Dolar 32,3267
Euro 35,0819
Altın 2.298,64
BİST 8.979,58
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 20°C
Açık
İstanbul
20°C
Açık
Cum 23°C
Cts 21°C
Paz 21°C
Pts 23°C

Siyah Sancak Tarihi Ve Ordu

Siyah Sancak Tarihi Ve Ordu
11/11/2021 17:06

🎭Sihirli Yelpaze Sunar👍


Günümüzde topkapı sarayında ki
Kutsal Emanetler arasında bulunan Hz.Muhammed’e ait sancak, Âlem-i nebi, Âlem-i şerif, Liva-i saadet, Liva-i şerif adları ile de anılmaktadır.

İslâmiyet’ten önce, Arap kabileleri arasında meydana gelen savaşlarda bayraklar kullanılmıştır. Savaşçılar bayrakların altında toplanarak savaşırlar ve sürekli olarak onu gözetlerlerdi. Bayrağı taşımakla görevli olan kişi, yani bayraktar savaşta öldürülüp bayrak yere düştüğü zaman ise, askerler yenilgiyi kabul ederek geri çekilirlerdi. 

Bu sebepten dolayı da, savaşlarda, muharebeler de bayrakların önemi çok çok büyüktü. İslâm öncesi Mekke şehir devletinde boylar arasında taksim edilmiş görevlerden birisi de bayraktarlık görevi idi. Kureyş’in Ukab isminde ki sancağını Abduddaroğulları muhafaza eder ve bir savaş durumu oluştuğu vakit, onlar tarafından taşınırdı.İslamiyetten sonra da bazı kabileler kendi bayrakları ile savaşlara katılmışlardı. 

Bedir ve Uhud savaşında Rasûlüllah (s.a.t.a.v.s), sancağı taşımakla yine Abduddaroğullarına mensup Mus’ab b. Umeyr’i görevlendirmişti. Hicretten sonra yapılan tüm savaşlarda sancakların kullanılmış olduğu bilinmektedir. Bu sancaklar genellikle beyaz renkli idi.

Bir de devlet başkanı ve ordu komutanı olarak Rasûlüllah (s.a.s)’e ait Ukab adında siyah bir sancak bulunmaktaydı. Hayber savaşına kadar sadece sancaklar kullanılmıştır. Bu savaş esnasında, sancakların yanında bayraklar da yer almıştır. Bazı tarihçiler o zaman kullanılan sancak ile bayrağın aynı anlamı taşıdığını dile getirmişlerdir.

 Lakin bir takım rivayetlerde bayrak ile sancağın ayrıldığı da görülmektedir. Bir rivayete göre Mekke’nin fethi esnasında Rasûlüllah (s.a.s)’in sancağı beyaz renkteydi . Aynı şekilde Rasûlüllah (s.a.s)’in bayrağının siyah renkte olduğu da rivayet edilmektedir.

Ukab olarak adlandırılan Rasûlüllah (s.a.s)’in sancağı-bayrağı siyah renkte olup, üzerinde “Lâ ilâhe illallah Muhammedü-ül-Rasûlüllah” yazısı bulunmaktaydı . Daha sonra Sancak-ı Şerif olarak isimlendirilen sancak bu sancaktır. İbn îshak, Bedir Savaşı’nı anlatırken Ukab’tan şöyle bahsetmektedir ;

“Rasûlullah (s.a.v.), ashabı ile birlikte ramazan ayından birkaç gece geçtikten sonra yola çıktı. Yerine Medine’de imam olarak îbn Ümmü Mektumu görevlendirdi. Revha’ya geldiğinde Ebu Lübabe’yi Medine valisi olarak görevlendirip Medine’ye gönderdi. Sancağı Mus’ab b. Ümeyr’e verdi. Bu sancağın rengi de beyazdı. Rasûlullah (s.a.v.)’ın önünde iki siyah bayrak vardı. Bunlardan birisi, Ebu Talib oğlu Ali’nin elindey­di ki, bu bayrağa Ukab denirdi. Diğeri ise, Ensâr’dan bir adamın elin­deydi.”

Siyah Sancak nerede

Hz.Muhammed(s.a.v)’nin vefatından sonra, Hz. Ebu Bekir  ve peşinden gelen Halifeler, bu sancağı savaşlarda sürekli olarak ordunun başında tutmaya özen göstermişlerdir. Sancak-ı şerif,Dört Halife’den sonra Emevilerin eline geçmiş, bu hanedanın çöküşünden sonra Abbasiler tarafından muhafaza edilmiştir. Bağdat’ın Moğollar tarafından işgal edilmesi üzerine, Mısır’a kaçan Abbasi halifesi, Sancak-ı şerifi de diğer kutsal emanetlerle birlikte Mısır’a götürmüştür.

   Mısır’ın Yavuz Sultan Selim tarafından alınmasından sonra bu sancak ta İstanbul’a getirilmiştir. Sancağın, Kahire’den İstanbul’a getirilişi hakkında birbirinden farklı bilgiler mevcuttur. Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi dönüşünde onu yanında getirdiği; Rodos muhasarası sırasında Mısır kölemen beylerinden Hayır Bey tarafından, Kanuni Sultan Süleyman’a gönderildiği kaydedilmektedir. Diğer bir rivayet de onun Şam’dan İstanbul’a gönderildiği yönündedir.

Söylendiğine göre, Kanuni Sultan Süleyman, Sancak-ı Şerifi İstanbul’da alıkoymamış, hacılarla birlikte surre alayları ile Mekke’ye göndermiş ve dönüşte yine Şam hazinesinde koruma altına alınmıştır. 1593 yılına kadar yetmiş beş sene bu şekilde surre alayları ile Mekke’ye gönderilen Sancak-ı Şerif, 1593 yılında, Avusturya seferi esnasında Şam’dan gelen Yeniçeriler tarafından Gelibolu yoluyla cepheye götürülmüş, sefer sonunda tekrar Şam’a iade edilmiştir. 

   1594 yılında Macaristan seferi için önce İstanbul’a, İstanbuldan da ordu ile cepheye gönderilmiştir. 1595 senesinde tekrar sefere götürülmek üzere İstanbula getirilen Sancak, İstanbul’da alıkonulmuş ve bu tarihten sonra, padişahlar, çıktıkları seferlerde onu yanlarında götürmüşlerdir. 

  Sancak-ı Şerif aslen tek parça olup, saf siyah yünden  yapılmıştı. İstanbul’a getirildiği zaman tek parça olan Sancak-ı Şerif zamanla eskimiş ve parçalara ayrılmıştır. Bunun üzerine aslına uygun olarak üç sancak yaptırılmış ve Sancak-ı Şerif’in sağlam parçaları ikişer üçer parça şeklinde bu sancaklara dikilmiştir.

Böylece ortaya üç adet Sancak-ı Şerif çıkmıştır. Hırka-i Saadet dairesinde olan bu üç sancaktan birini padişah bizzat sefere çıktığı zaman Hırka-i Şerifle birlikte yanında götürmüştür. Sadrazam sefere çıktığı zaman ikinci Sancak-ı Şerif ona verilirdi. Üçüncü Sancak-ı Şerif ise her daim yerinde dururdu. 

  Padişah, Sancak-ı Şerif´i, sefere çıkacak olan sadrazama bizzat kendi teslim eder; dönüşte de yine bizzat geri alırdı. Eğer sadrazam sefer esnasında görevden alınırsa kendisinden Sancak-ı şerifin geri iadesi istenirdi. Sefere çıkacak ordu için şehir dışında ordugah kurulmasından kırk gün önce Sancak-ı Şerifin sandığından çıkartılarak bir mızrağın ucuna takılması âdet haline getirilmişti. Sancak-ı Şerif’in sefere çıkacak olan sadrazama teslimi, belirli bir merasimle yapılırdı. Sancak-ı Şerif, sadece askerî seferler esnasında yerinden çıkarılmazdı.

Siyah Sancak ordusu ve Hz Mehdi


     İstanbul’da meydana gelen isyanları bastırmak adına da Sancak-ı Şerif çıkartılır ve halka, bu sancağın altında toplanarak âsilere karşı savaşma çağrısı yapılırdı. Sancak-ı Şerif son olarak 1826 yılında yeniçerilerin ayaklanmaları nedeni ile yerinden alınarak Sultan Ahmet Camii´nin minberine dikilmişti.

  Onun etrafında toplanan halkın yardımı ile yeniçeriler topa tutularak, ortadan kaldırılmıştı. Osmanlılar, Sancak-ı Şerif´e büyük değer vermişler ve ona her daim saygı göstermişlerdir. Sancak çıkarıldığı zaman, onun altında toplanmak ve savaşmak halk tarafından bir farz olarak telakki edilmiştir. 

  Sancak-ı Şerif, Topkapı Sarayında Arz odası karşısındaki kapı önüne dikildiği zaman onun dikildiği yere, kimsenin basmaması ve hürmetsizlikte bulunmaması adına 1908 devrimine dek iki süngülü asker nöbet tutmuştu. 1908’den  sonra kaldırılan Sancak-ı Şerif´in yerine bir taş dikilmiştir. Sancak-ı Şerif son olarak Osmanlı Devletinin I. Dünya savaşına katılması sebebiyle çıkarılarak Cihad-ı Ekber ilan edilmiştir. Sancak-ı Şerif, halen diğer kutsal emanetlerle birlikte Topkapı Sarayında korunmaktadır.

   

    Horasan ahalisi mevzusunda) sonra Maveraünnehir’den bir adam çıkar, ona “Hâris veya Harrâs” denilmektedir. (Ordusunun) önünde bir adam olur. Kureyş’liler Rasûlullah (s.a.v)’e nasıl yardım etmiş imkân sağlamış (kudretli) kılmışlarsa, (“Mansûr” da) âli Muhammed’e yardım eder (malıyla, canıyla, silahıyla) yardım edip (hilafet için) imkân sağlayıp (kudretli) kılar. (Hâris)’e yardım etmek her Mümin’e vaciptir. 

   Bu kişinin az sonra zikredilecek olan Hâşimî kişi olduğu muhtemeldir. Mehdi (a.s)’ın “Cabir” diye lakaplandırıldığı gibi bu kişi de “Hâris” diye lakaplandırılır. Keza (az sonra zikredilecek olan Hâşimî’nin Hâris)’ten başkası olması da muhtemeldir…

(Sonra) Horasan ahalisi Süfyani’nin askerlerine hücum ederler/saldırırlar ve vakalar (hadiseler/çarpışmalar) olur, Tunus’ta bir vaka (burası İran’ın Hazar denizi kıyısındaki tarihi bir bölgedir), (İran’daki) Rey şehrinin köylerinden birisinde bir vaka ve Sicistan sınırında bir vaka olur (Sicistan; İran’ın doğusuyla Afganistan’ın güneybatısını kapsayan coğrafi bölgedir). (Bu orduyla) savaşmaları uzayınca, (Horasanlılar) Benî Haşim’den sağ avucunda ben bulunan bir adama biat ederler. Allah bu kişinin işini ve yolunu kolaylaştırmıştır. Bu kişi ya Mehdi (a.s)’ın baba bir kardeşi veya amcasının oğludur. Bu kişi o vakit doğunun sonunda (bir yerdedir)… (Bu sırada) küçük siyah bayraklarla/sancaklarla birlikte Horasan ve Talikan (Afganistan) ahalisi ortaya çıkar. Bu bayraklar/sancaklar Benî Abbas’ın bayraklarının gayrısından başka bir bayraktır. (Sancağı taşıyan ordunun) önünde (yani kumandan olarak) Temîm’den bir adam olacaktır ki, bu adam (Temîm’in) azat edilmiş kölelerden/hizmetkârlardandır, orta boyludur, sakalı azdır, sakalı yanlardan az (aşağı tarafı uzundur) ve ismi Şuayb b. Salih et-Temîmî’dir. Beş bin (askerle) birlikte çıkar. (Hâşimî’ye Şuayb b. Salih’in çıktığı) haberi ulaşınca onu destekler ve ordunun komutanı yapar, (böylece Hâşimî gencin öncülüğündeki orduyla Şuayb b. Salih’in ordusu birleşmiş olur ve Şuayb b. Salih bu birleşik ordunun komutanı yapılır). (Şuayb b. Salih’in komutanı olduğu bu ordunun) karşısına yerinden oynamayan/azametli/sarsılmaz dağlar bile çıksa, onu devirir (engel tanımaz), Mehdi (a.s) için zemin hazırlar tıpkı Kureyş’lilerin Rasûlullah (s.a.v)’e zemin hazırladıkları (yardım ettikleri, imkân sağladıkları, kudretli kıldıkları) gibi… (Buraya kadar Nuaym b. Hammâd rivayet etmiştir…)

(Bu mevzuda) Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Siyah sancaklıların Horasandan geldiklerini işittiğinizde kar üstünde emekleyerek de olsa ona (siyah sancaklı orduya) geliniz/katılınız…” (Bunu Hâkim rivayet etmiştir…)

Ali (kr.v)’den rivayetle şöyle demiştir: “(Siyah sancaklılar Horasandan geldiklerinde) şayet ben kilitli bir sandığın içinde olsam bile bu kilidi ve sandığı kırar yine de ona (siyah sancaklı orduya) katılırdım…” Diğer bir rivayette ise şöyledir: “Muhakkak onda (siyah sancaklı orduda) Allah’ın Halifesi Mehdi vardır…” (Bunu Hâkim, Ahmed b. Hanbel, Ebû Nuaym ve Ebû Amr ed-Dâî rivayet etmiştir…) Yani o siyah sancaklarda Mehdi’ye yardım vardır (onlarla yardım olunur), çünkü (Horasandan siyah sancaklıların çıktığı) vakit Mehdi (a.s) Mekke’de bulunmaktadır…

(Şuayb b. Salih komutasındaki bu ordu İran’ın güneyinde olan“Istahar”’daki “Beydâ” denilen yerde Süfyani’nin ordusuyla karşılaşır, atların ayaklarını bileklerine kadar kanlar içerisinde bırakacak şekilde büyük bir savaş olur. Sonra ona “Sicistan” tarafından büyük bir ordu gelir, (ordunun) başında “Benî Adiy”’den bir adam olur ve böylece Allah askerlerini ve yardımcılarını muzaffer kılar… Bu rivayet böyledir. Bu askerlerin (ordunun) Hâşimî’ye yardım etmek için olması muhtemeldir. Buna göre mana; “Allah yardımcılarını/ensârını onlarla düşmanlarına galip getirir” olur. Keza, bu askerlerin (ordunun, Süfyani’nin ordusuyla) savaşmak için gelmiş olması da muhtemeldir. Buna göre ise mana; “Allah yardımcılarını/ensârını onlara galip getirir” olur… En iyisini Allah bilir…

Sonra (İran’da olan) “Rey”’deki vakadan sonra (Irak’ta olan) “Medâin”’de bir vaka (olay/savaş) olur, (Medâin, Bağdat taraflarında -eski İran eyaletinde- Dicle nehrinin iki yakasında/Mezopotamya’da kurulan ve köprülerle birbirine bağlanan yedi şehre verilen isimdir). “Âkırkavfe”’de (Bağdat’ın yakınında bir belde olup haliyen Bağdat’ın batısı olmuştur, Kerkük diyenler de vardır), ondan kurtulan her bir kişinin anlatıp haber vereceği çetin bir vaka olur…

(Sonra) siyah sancaklılar yaklaşır/gelir ta ki suya inerler/varırlar. Hadiste böyle ıtlak olunmuştur (yani sadece “suya inerler” denilmiş hangi su olduğu belirtilmemiştir). Muhtemelen bu Dicle nehrinin suyudur…

(Sonra siyah sancaklıların Dicle kenarına geldikleri haberi) Kûfe’deki Süfyani taraftarlarına ulaşır ve (oradan) kaçarlar. (Sonra siyah sancaklılar) Kûfeye gelirler ve Benî Haşim’den kim varsa hepsini kurtarırlar…

Sonra Kûfe ahalisinden kendilerine “suub veya usub” denilen kimseler/cemaat ortaya çıkar ki beraberlerinde çok az silah olur ve içlerinde Süfyani’nin ashabını (taraftarlarını) terk etmiş Basra ahalisinden bazı kimseler de vardır. Böylece (Süfyani’nin taraftarlarının) elinde bulunan Kûfe’li esirleri kurtarırlar…

(Sonra) siyah sancaklılar biatlarını Mehdi (a.s)’a gönderirler. (Sonra) Mehdi (a.s) Hicaz’dan gelir, Sahrî/Süfyani ise ordusunun yere batırıldığı haberi kendisine ulaştıktan sona Kûfe’den gelir, (ordusunun yere batırılış haberi) onu korkutmaz…

(Mehdi ve Süfyani Şam’a giderken) sanki (birbirleriyle yarışan) iki yarış atı gibi giderler, fakat Süfyani (Şam’a Mehdi’den önce varır) ve hemen Şam’dan Mehdi üzerine başka bir ordu gönderir. Bu ordu Mehdi (a.s)’a Hicaz arazisinde yetişir ve O’na Mehdi olarak biat ederler (sonra da) O’nunla birlikte Şam’a giderler…

Bir takım rivayetlerde, yere batırılan ordunun Şam’dan gönderilen ordu olduğu söylenmiştir. Bazı rivayetlerde ise yere batırılan ordunun Irak’tan gönderilen ordu olduğu söylenmiştir.

   İbn-i Hacer’in dediği gibi bu rivayetler arasında bir çelişki/zıtlık yoktur. Çünkü orduyu gönderme Irak’tandır, lakin orduyu oluşturan askerler Şam’lı olunca diğer rivayetlerde (ordu) Şam’a nisbet edilmiştir… 

Zira bir rivayette Mehdi (a.s) Bedir Ehlinin adedince insan ike birlikte (Süfyani’nin Şamdan gönderdiği) bu ikinci ordu ile savaşır, Mehdi’nin o gün ashabının/taraftarlarının zırhları/kalkanları (at, merkep ve benzerlerinin üzerine konulan) çullardır/açkılardır. İşte o gün gökyüzünden şöyle bir ses işitilir: “Dikkat ediniz! Allah’ın dostları Mehdi’nin ashabıdır (Mehdi’ye tabi olanlardır).” 

   Bunun üzerine Süfyani’nin ashabı/taraftarları/ordusu hezimete uğrar, öldürülürler, sadece kaçanlar kurtulur. (Bu kaçan kişiler) Süfyani’ye gidip (olanları) haber verirler. Bu (husustaki) rivayetlerin arasını bulmak şöylece mümkün olabilir: (Süfyani ordusundakilerin) bazısı Mehdi’ye biat eder, bazısı ise Mehdi ile savaşır ve hezimete uğrarlar. 

    Yahut Mehdi ile savaşan bu kişiler Süfyani’nin Medine Emirine Mekke’ye gönderttirdiği askerlerdir ki buna daha önce yukarıda işaret edilmişti. Bu (son söylenen sözü), “Mehdi (a.s)’ın bu orduya karşı Bedir Ehlinin sayısınca kişilerle birlikte savaşacağı ve Mehdi’nin o gün ashabının/taraftarlarının zırhları/kalkanları (at, merkep ve benzerlerinin üzerine konulan) çullar/açkılar olacağı” hususu da teyit etmektedir. Zira biat etmenin ilk başlarında bu sıfatlar onların haline uygun düşmektedir. 

 Hicaz’ı istila ettikten (hepsini ele geçirdikten) sonra ise Mehdi’nin asker sayısı zaten (Bedir Ehlinin sayısından) çok olacaktır… En doğrusunu Allah bilir…

(el-İşâatü li-Eşrâti’s-Sâati, Müellif; Şerif, Seyyid Muhammed b. Rasûl el-Hüseynî el-Berzencî)

Sizler için siyah Sancak hakkında bilgiler verdik. Bu konu hakkında ki soru ve düşüncelerinizi, yorumlar da bizimle paylaşmayı unutmayın…

🎭Sihirli Yelpaze Sundu👍








Makalemizi paylaşmayı ve duygularınızı emoji simgeleriyle ifade etmeyi unutmayın 🤗

Makalenin İngilizcesi ;

🎭Offers a Magic Fan👍


Today, it is also known as the sanjak belonging to the Prophet Muhammad, which is among the Sacred Relics in the Topkapi Palace, Alem-i nebi, Alem-i şerif, Liva-i saadet, Liva-i şerif.

Before Islam, flags were used in wars between Arab tribes. Warriors gathered under the flags to fight and constantly watch over him. When the person in charge of carrying the flag, that is, the flag bearer, was killed in the war and the flag fell to the ground, the soldiers accepted defeat and retreated.


For this reason, the importance of flags in wars and battles was very, very great. In the pre-Islamic city-state of Mecca, one of the duties divided among the tribes was the duty of flag bearer. Abduddaroğulları kept the banner of Quraysh, called Ukab, and when a war situation occurred, it was carried by them. After Islam, some tribes participated in wars with their own flags.


In the Battle of Badr and Uhud, the Messenger of Allah (pbuh) carried the standard, and Mus’ab b. He appointed Umair. It is known that the banners were used in all wars after the Hijra. These banners were usually white in color.


There was also a black banner called Ukab, which belonged to the Messenger of Allah (pbuh) as the head of state and the commander of the army. Until the war of Khyber, only banners were used. During this war, flags were placed next to the banners. Some historians have stated that the banner and flag used at that time had the same meaning.


 However, in some narrations, it is seen that the flag and the banner are separated. According to a narration, the banner of the Messenger of Allah (pbuh) was white during the conquest of Mecca. Likewise, it is narrated that the flag of the Messenger of Allah (pbuh) was black.


The banner-flag of the Messenger of Allah (pbuh), called Ukab, was black, with the inscription “La ilaha illallah Muhammadu-ul-Rasulullah” on it. The sanjak, which was later named Sancak-ı Şerif, is this sanjak. While describing the Battle of Badr, Ibn Ishaq mentions Ukab as follows;


“The Messenger of Allah (pbuh) set out with his Companions after a few nights of Ramadan. He appointed Ibn Umm Maktum as the imam in Medina instead. When he came to Rawha, he appointed Abu Lübabe as the governor of Madinah and sent him to Madinah. Sanjak Mus’ab b. He gave it to Ümayr. The color of this banner was also white. There were two black flags in front of the Messenger of Allah (pbuh). One of them was in the hands of Ali, son of Abu Talib, and this flag was called Ukab. The other was in the hands of a man from the Ansar.”

After the death of Prophet Muhammad (pbuh), Hz. Abu Bakr and the Caliphs who came after him took care to keep this banner at the head of the army in wars. Sanjak-i sharif passed into the hands of the Umayyads after the Four Caliphs, and was preserved by the Abbasids after the collapse of this dynasty. After the occupation of Baghdad by the Mongols, the Abbasid caliph, who fled to Egypt, took the Sanjak-i sheriff to Egypt with other holy relics.

   After the conquest of Egypt by Yavuz Sultan Selim, this sanjak was brought to Istanbul. There are different information about the transfer of the banner from Cairo to Istanbul. Yavuz Sultan Selim brought him with him on his return from Egypt expedition; It is recorded that during the siege of Rhodes, it was sent to Suleiman the Magnificent by Hayir Bey, one of the Egyptian slave lords. Another rumor is that he was sent from Damascus to Istanbul.


It is said that Suleiman the Magnificent did not keep the Sanjak-i Sharif in Istanbul, sent it to Mecca with pilgrims and surre regiments, and on his return he was taken under protection in the treasury of Damascus. Sancak-ı Şerif, who was sent to Mecca with surre regiments in this way for seventy-five years until 1593, was taken to the front via Gallipoli by the Janissaries from Damascus during the Austrian campaign in 1593, and was returned to Damascus at the end of the campaign.


   In 1594, he was sent to Istanbul for the Hungarian expedition, and from Istanbul to the front with the army. Sanjak, who was brought to Istanbul to be taken to Istanbul again in 1595, was detained in Istanbul and after this date, the sultans took him with them on their expeditions.


  Sancak-ı Şerif was originally a single piece and was made of pure black wool. When it was brought to Istanbul, the Sancak-ı Şerif, which was one piece, became obsolete and fragmented over time. Thereupon, three sanjaks were built in accordance with the original and the solid parts of the Sancak-ı Şerif were erected on these banners in two or three pieces.


Thus, three Sancak-ı Şerif emerged. When the sultan himself went on a campaign, he took one of these three sanjaks, which were in the Hırka-i Saadet, together with the Hırka-i Şerif. When the Grand Vizier went on a campaign, the second Sancak-ı Şerif was given to him. The third Sancak-ı Şerif was always in its place.


  The Sultan personally delivers the Sancak-ı Şerif to the grand vizier who will set out on the expedition; He would personally take it back on his return. If the grand vizier was dismissed during the campaign, he would be asked to return the sanjak-i sherif. Forty days before the establishment of a camp outside the city for the army to go on an expedition, it was customary to take it out of the Sanjak-i-Sharif’s chest and put it on the tip of a spear. The delivery of the Sancak-ı Şerif to the grand vizier who was going to go on an expedition was done with a certain ceremony. Sancak-ı Şerif was not removed only during military campaigns.

In order to suppress the rebellions that took place in Istanbul, the Sancak-ı Şerif was issued and the people were called to gather under this banner and fight against the rebels. Sancak-ı Şerif was finally taken from its place in 1826 due to the uprising of the Janissaries and erected on the pulpit of the Sultan Ahmet Mosque.


  With the help of the people gathered around him, the janissaries were shelled and eliminated. The Ottomans gave great value to Sancak-ı Şerif and they always respected him. When the banner was raised, gathering under it and fighting was considered a duty by the people.


  When the Sancak-ı Şerif was erected in front of the door opposite the Arz room in Topkapı Palace, two soldiers with bayonets stood guard until the 1908 revolution so that no one would step on it and show disrespect. A stone was erected in place of the Sancak-ı Şerif which was removed after 1908. Finally, Sancak-ı Şerif was removed due to the participation of the Ottoman Empire in the First World War and Jihad-ı Ekber was declared. Sancak-ı Şerif is still preserved in Topkapı Palace along with other holy relics.


   


    After the people of Khorasan, a man comes out of Transoxiana, he is called “Haris or Harras”. He becomes a man in front of (his army). Just as the people of Quraysh helped the Messenger of Allah (saas) and enabled him (power) to help (in “Mansûr”), the âli Muhammad (with his property, life, and weapon) and made it possible (for the caliphate) and made him (mighty) . Helping (Harith) is obligatory for every believer.

   It is probable that this person is the Hashemite person to be mentioned shortly. Just as Hazrat Mahdi (as) is nicknamed “Jabir”, this person will also be nicknamed “Harith”. It is also possible that the Hashim (who will be mentioned shortly) is someone other than Haris…

(After) Khorasan people attack/attack Sufyani’s soldiers and there are cases (incidents/collisions), a case in Tunisia (this is a historical region on the Caspian Sea coast of Iran), a village in one of the villages of the city of Rey (in Iran). case and a case on the border of Sicistan (Sicistan is the geographical region covering eastern Iran and southwestern Afghanistan). When their fight (with this army) continues, they (the people of Khorasan) pledge allegiance to a man from Bani Hashim with a mole on his right hand. Allah has made this person’s work and path easy. This person is either a paternal brother of Hazrat Mahdi (as) or the son of an uncle. This person is then (somewhere) at the end of the east… (At this time), the people of Khorasan and Talikan (Afghanistan) appear with small black flags/banners. These flags/ensigns are different from the flags of Banu Abbas. In front of (the army carrying the flag) (i.e., as the commander) there will be a man from Tamim, who is one of the freed slaves/servants, of medium height, with a small beard, less than the sides (longer on the lower side) and his name is Shuayb b. . Salih et-Temîmî. He goes out with five thousand (soldiers). When the news reaches Hasimi that Shuayb b. Salih is out, he supports him and makes him the commander of the army (thus, the army led by the Hashemite youth and the army of Shuayb b. Salih is united and Shuayb b. Salih is made the commander of this combined army). Even if an unmoving/majestic/unshakable mountains stand in front of (this army led by Shuayb b. Salih), they will overthrow him (without hindrance), they will lay the groundwork for Mahdi (pbuh), just as the people of Quraysh prepared the ground for the Messenger of Allah (saas). as they helped, enabled, and empowered)… (Nuaym b. Hammad has narrated so far…)


(On this subject) The Messenger of Allah (pbuh) said: “When you hear the black banners come from Khorasan, come/join him (the army with black banners) even if you crawl on the snow…” (Hakim narrated this…)


It is narrated from Ali (kr.v) that he said: “(When the black banners came from Khorasan), even if I was in a locked chest, I would break this lock and the chest, and still join him (the army with black flags)…” In another narration: ” Surely he (in the army with black banners) has Mahdi, the Caliph of Allah…” (Hakim, Ahmed b. Hanbal, Abu Nuaym and Abu Amr ed-Dâî narrated this…) In other words, Mahdi will be helped in those black banners. Because Mahdi (pbuh) is in Mecca at the time (the black banners came out of Khorasan)…


This army (under the command of Shuayb b. Salih) encounters Sufyani’s army at the place called “Beyda” in “Istahar” in the south of Iran, and a great war takes place in a way that leaves the feet of the horses in blood up to their ankles. Then a large army comes to him from “Sicistan”, a man from “Bani Adi” is at the head of (the army), and thus Allah makes his soldiers and assistants victorious… This is the narration. It is possible that these soldiers (army) were to help Hashim. According to this meaning; “Allah will defeat his helpers/ansars with them over their enemies”. It is also possible that these soldiers (the army, Sufyani’s army) came to fight. Accordingly, the meaning is; It happens that “Allah will make his helpers/ansar victorious over them”… Allah knows best…


Then, after the incident in “Ray” (in Iran), there is a case (incident/war) in “Madain” (in Iraq), (on the sides of Medâin, Baghdad -in the former Iranian province- on both sides of the Tigris river / Mesopotamia) It is the name given to seven cities founded in . In “Âkırkavfe” (a town near Baghdad and still west of Baghdad, there are also those who say Kirkuk), there will be a difficult case that every survivor of it will tell and report…


(Then) the black banners approach/come until they descend/arrive into the water. In the hadith, it was revealed like this (that is, it was only said that they “descended into the water”, and it was not specified which water it was). Probably this is the water of the Tigris river…


(Then the news that the black banners came to the edge of the Tigris) They reach the supporters of Sufyani in Kufa and flee (from there). (Then the black banners) come to Kufa and save everyone from Banu Hashim…


Then, people/congregation called “suub or usub” from the people of Kufa emerge, who carry very few weapons with them, and there are some people from Basra who have abandoned Sufyani’s companions (supporters). Thus, they (Sufyani’s supporters) rescued the prisoners of Kufa…


(Then) the black banners will send their allegiance to Hazrat Mahdi (as). (Then) Mahdi (a.s) will come from the Hijaz, and Sahri/Sufyani will come from Kufa after he received the news that his army had sunk to the ground, (the news of his army sinking to the ground) does not scare him…

(The Mahdi and Sufyani on their way to Damascus) will go as if they were two racehorses (racing with each other), but Sufyani (arriving in Damascus before the Mahdi) will immediately send another army from Damascus against the Mahdi. This army will grow up with Hazrat Mahdi (as) in the Hejaz land, and they will pledge allegiance to him as the Mahdi (and then) go to Damascus with him…


In some narrations, it is said that the army sunk to the ground was the army sent from Damascus. In some narrations, it is said that the army sunk to the ground was the army sent from Iraq.


   As Ibn Hajar said, there is no contradiction/contradiction between these narrations. Because sending the army is from Iraq, but when the soldiers forming the army were from Damascus, in other narrations (the army) was attributed to Damascus…


For, in a narration, Hazrat Mahdi (as) will fight this second army together with as many people as the People of Badr (sent by Sufyani from Damascus). On that day, a voice will be heard from the sky: “Be careful! The friends of Allah are the Companions of the Mahdi (those who follow the Mahdi).”


   Thereupon, Sufyani’s companions/supporters/army were defeated and killed, so that only those who escaped are saved. (These escaped people) go to Sufyani and inform (what happened). It may be possible to find the middle ground between these narrations as follows: Some (in the Sufyani army) will pledge allegiance to the Mahdi, while others will fight the Mahdi and be defeated. Or, these people who were fighting the Mahdi (soldiers) whom Sufyani had the Emir of Medina sent to Mecca, which was already mentioned above. This (last spoken word) means that “Mahdi (pbuh) will fight this army with as many people as the people of Badr, and that day the armors/shields of his companions/supporters will be sackcloths/scarves (placed on horses, donkeys and the like)”. also confirms. Because, at the beginning of paying allegiance, these adjectives are suitable for their situation. After invading the Hejaz (capturing all of them), the number of Mahdi’s soldiers will already be greater than the number of the People of Badr… Allah knows best…


(al-Isâatu li-Eşrâti’s-Sâati, Author; Şerif, Sayyid Muhammed b. Rasûl el-Hüseynî al-Berzencî)


We have given you information about the Black Starboard. Do not forget to share your questions and thoughts on this subject, as well as in the comments…


🎭Offers a Magic Fan👍


5/5 - (2 votes)
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.