Dolar 34,5424
Euro 36,0063
Altın 3.006,41
BİST 9.549,89
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 9°C
Parçalı Bulutlu
İstanbul
9°C
Parçalı Bulutlu
Paz 10°C
Pts 11°C
Sal 11°C
Çar 13°C

Felsefe Taşı Hakkında Tüm Bilgiler

Felsefe Taşı Hakkında Tüm Bilgiler
11/16/2021 15:43


Simya ilmine göre “Felsefe Taşı”, dokunduğu her şeyi altına dönüştüreceğine inanılmakta olan bir taştır. Bu taşa sahip olabilmek için birçok formül ve denemeler yapılmıştır.

  Simyacıların iki büyük hedefinin anahtarı olarak görülmüştür. Bu iki hedef, maddeyi altına çevirmek ve ölümsüzlüğü bulmak. Bu taşın her dokunduğu maddeyi altına çevirmesinin yanında bu taştan elde edilecek iksirin ölümsüzlüğü sağladığı düşünülür. 

 Ezoterizmde, insanın içinde saklı olan akıl ve bilgelik taşıdır. Hak’tan doğan hakikati arayışımızda yol gösterici taştır. Felsefe taşına ulaşmanın yolu onu aramaktan geçmektedir. Arayış ve yol, taşın ya da hazinenin kendisinden daha önemlidir. Amaç yolda olmaktır.”


   “Simya’nın felsefesine göre felsefe taşı, aydınlanmanın bir sembolüdür. Simyacı’ların asıl amacı felsefe taşını bulmaktır. Bunu bulmak için ateşle taşları sürekli arıtıp, damıtırlar. Taş ile taşları birleştirip üzerlerinde çalışırlar ve bilirler ki aslında taşları ateşle arıtırken, arındırdıkları taşlar değil kendi ruhlarıdır. 

   En nihayetinde iddiaya göre taş en mükemmel haline varır, yani felsefe taşına. Felsefe taşı ölümsüzlüğü sunarken, her maddeyi altına çevirme imkanına da sahiptir. Bu da aslında sembolik bir söylemdir. Simyacılar, öze dibe inerek, arınmanın sembolü olan ateş ile ruhlarını arındırmış ve nihai bilgeliğe, aydınlığa ulaşmayı amaçlamışlardır. Altın, bilgeliğin ve aydınlanmanın sembolüdür. Bu yüzden felsefe taşı aydınlanmış, bilge olmuş, “O”’na ulaşmış kişiyi anlatmaktadır.”

Bu bağlamda “Felsefe Taşı” da mutlak olana, tanrısal töze kavuşturan bilinç anlamını kazanmaktadır. Aynı şekilde iksiri içip ölümsüzlüğe kavuşmak da ruhun ölümsüz olduğunu anlamak anlamına gelmektedir. 

 Simyada kullanılan yöntemler ezoterik olarak inisiyasyonu(aydınlanma, ezoterik aşamalardan geçme) da bu anlamı ile temsil etmektedir.

“İnsan bilinci bugüne kadar Felsefe Taşı diye adlandırılan sırdan daha büyük bir sır yaratmamıştır.

   Bu mucizevî taşı bulmak için yola çıkmak, masallarda anlatılan gökkuşağının ardındaki altın dolu sandığı aramaya benzer. Bu sırrı çözmeye çalışanları, Sfenks’in sorusunu cevaplamaya kalkanlarla aynı son bekler.

 Bununla birlikte, sayısız mistiğin eserlerinde mevcut olan ipuçları ve imalar, bu sırrın birçok kişi tarafından bilinip anlaşıldığını, tıpkı Sfenks’in meşhur bilmecesi gibi, anahtarına sahip olduğunuzda çok kolay açıklanabilen, basit bir sır olduğunu akla getiriyor…”

54 metre uzunluğunda, 20 metre yüksekliğindeki, batı-doğu yönünde uzanan büyük sfenks, Nil Nehri’ne bakmaktadır ve nehir yoluyla gelenlerin Giza kompleksinde gördükleri ilk yapı da o dev bir bekçidir. Ünlü sfenks yolcuları durdurup onlara ünlü bilmecesini sorar. Bu bilmecenin cevabı aynı zamanda insanlığın en ünlü gizemidir. Bilmece şudur: “Hangi yaratık sabah dört ayak, öğlen iki ayak, aksam üçayak üzerinde yürür ve bacakları ne kadar çok olursa o kadar zayıftır?” Yanıt: “İnsan”’dır. Sfenks bilmecesinin bir cevabı daha vardır. Bu cevap Pisagorcu sayılar teorisi ile ilişkilidir. 

  4 sayısı cahil insanı, 2 sayısı eğitimli insanı ve 3 sayısı ise ruhsal insanı gösterir. Bebeklik çağındaki insanlık dört ayağı üzerinde yürür, olgun insan iki ayağı üzerinde yürür. Kurtulmuş ve aydınlanmış akıl ise iki ayağına bilgelik asasını ekler. Sfenks dolayısıyla doğa gizemi, gizli öğretinin cisimleşmesidir. Onun bilmecesini çözemeyen herkes yok olacaktır. Sfenksi geçmek ölümsüzlüğe ulaşmaktır.

“Bütün bilgeler ağız birliği etmişçesine Felsefe Taşı denilen şeyin “herkesin baktığı, ancak çok azın gördüğü” bir şey olduğunu söyler. Yine onun yaygın bir element olduğunu, daha doğrusu bütün elementlerin, Ateş, Hava, Su ve Toprak’ın özü olduğunu, her şeyin içinde olup, bazı şeylerdeyse ondan daha çok olduğunu söylerler.”

Pisagoras Dördüncü Tablet’inde şunları söyler: “Bütün fikir ayrılıklarının ortasında Bilgelerin ağız birliği ne güzeldir! Hepsi de Taş’ı avamın yeryüzündeki en adi şey olarak gördüğü malzemeden yaptıklarını söylüyor. Gerçekten de avama maddemizin bildik ismini söylesek, cehaletimizin cüretine şaşırırlar. Ama onun tesirini bilseler, yeryüzündeki bu en değerli şeyi asla bir kenara atamazlardı. 

Allah sırrını günahkârlardan ve kötü insanlardan korumuştur ki onu kötü amaçları için kullanmasınlar.”

“Bu konuda insanlar genel olarak iki sınıfa ayrılabilirler. Felsefe Taşı diye bir şeyi duymamış olanlar (ki bunlar avamdır) ile onun adını bir yerde duymuş olup orta çağa ait bir masal veya sahtekârlık olarak görenler. “Yalnızca kültürlü insanlar öğrenmeyi sever. Cahiller; ders vermeyi tercih eder…” der Edouard Le Berguier. 

   Çok az kişi konuyu ciddiye alıp Taş’ın mevcut olduğuna ve onu yapmanın mümkün olduğuna inanır. Başka bir ayrıma göre de inananlar da iki sınıftır: Onu metafizik bir şey olarak görenler ve onu fiziksel bir şey olarak görenler.”

“Anlatımın içine bakan minerallere, metallere, tuzlara, çözeltilere ve ilkelere dair bütün okült tanımları, belli zihinsel ve ruhani hal ve durumların mecazi ifadeleri olarak bakar. “İmgelem Thor’un Çekici’dir, gökyüzünü döver ve her dövüşünde ondan yıldırımlar şeklinde kıvılcımlar çıkarır. Bir sürecin yardımıyla imgelem kendini açmadıkça, Felsefe Taşı’nı herhangi bir şekilde anlamak veya ona dair makul bir fikre sahip olmak imkânsızdır.”

Farklı kaynaklarda bilgelik taşı ve ışık taşı olarak da adlandırılmıştır. Eski Mısır’da hakikat meydanı adı verilen yasak bir bölgede korunduğuna inanılıyordur. “Visita interiorae terrae rectificando invenies occultum lapidem” (vitriol) ile anlatılmaya çalışılan içimizde arayıp bulabileceğimiz ezoterik bilgelik ve akıl taşıdır. Akıl ve hikmetin bileşimidir. İlk kez 3. yüzyılda Zosimos tarafından bahsedilmektedir.

“Sıradan akıl, Felsefe Taşı’nı sadece vicdan olarak görmekle tatmin olur. Ancak hiç kimse vicdanı hastalıkların her derde deva ilacı olarak göremez. Vicdan, ancak kötüden korkan ve kötü üzerine kara kara düşünen, bu yüzden de kötülüğe destek veren bir zihin hali olduğu ölçüde, hastalıkların dolaylı sebebidir bile denilebilinir.”

“Felsefe Taşı’nı arayışta başlangıçta hiçbir şeyin sağduyu ve akıl kadar önemli olmadığını söyleyebiliriz. Hiçbir bilgenin bu konuda apaçık yazmasını beklemeyin. Siz kendiniz bir bilgeye dönüşseniz, sırrı saklarsınız. Bu konu öyle bir konu ki, bilgisi onun korunmasını garanti ediyor. Hiç kimse hayattaki ilerlemesini durduracak, kişisel gelişimini tehlike altına atacağını bildiği bir şeyi başkalarına anlatmaz. 

Aklı başında hiçbir insan bir maden bulduğunda koşup herkese haber vermez. Hz. İsa değerli bir taş bulan insanın koşup tarlayı satın alacağını söyler.”

“Domuzların önüne inci atıp, eşeğe gül vermeyin.” der Christian Rosenkreuz. “Burada, her yerden daha fazla olarak yola yeni girmiş olandan sessizlik, gizlilik ve kendini saklama beklenir. Bu tür şeyleri evin damından haykırmanın size faydası ne olabilir ki? İncileri domuzların önüne atarsanız ne olur? 

Uyku halindeki halk domuzlar gibidir ve yutmaktan mutludurlar, siz onu besledikten sonra arkasını dönüp sizi parçalamaya hazır olanlar işte bu halktır. “Yılanlar kadar kurnaz, kumrular kadar zararsız olun.””

“Yıldızların insanların hayatını yönlendirmesinin sebebi gezegenlerde değil, onların insandaki kimi simyasal süreçlerle tekabül ilişkisindedir. Makronun Mikroya etkisidir. 

   Felsefe Taşı bir olgu veya gerçeklik olarak görülebilir.” Boehme “bilgelerin en eski, doğal, semavi, kavranamaz, takdis edilmiş, üçlü, Evrensel Taşı” hakkında bazı çok açık ipuçları verir. Onun taş olarak isimlendirilmesinin nedeni şudur: ilk olarak taşın orijinal malzemesi gerçekten de bir tür taştır, dövülebilir ve toz haline getirilip üç elementine ayrıştırılabilir. Ayrıca sanatçının usta elleri ve Doğa’nın telafi edici elleriyle tekrar mum sertliğinde bir taş haline getirilebilir.

“Doğal olarak öğrenci veya bu sırrı araştıran kişi, ilk önce bahsedilen “Tek Şey”i bulmalı ve onu bulduğundan Emin olana kadar arayışını bırakmamalıdır. Öyle görünüyor ki bu şey bin farklı isimle çağrılmaktadır. Kuşkusuz bu isimlerin amacı onu saklamak değil, ifşa etmektir. 

Öğrenci ona verilen her “ismin” maddenin belli bir niteliğini, halini veya görünüşünü anlattığını, bu şekilde daha kolay tanınabileceğini unutmamalıdır. Bu madde hiçbir zaman gerçek ismiyle, daha doğrusu herkesin bildiği ismiyle adlandırılmamıştır. Sülfür ve Merkür (cıva), belki kitaplarda ismi en çok geçtiği için en çok peşinden koşulan maddelerdir.” Simyacılar her şeyin ruhani yasayı takip edip ısıyla dönüştüğüne inanırlar.

“Sülfür ve cıva diye bahsedilen iki cisim, karışımın eril ve dişil ilkeleridir; bunlara “Güneş ve Ay”, yani “Sol ve Luna” denir. Açık ki Taş bilinen bütün biçimlere girmektedir. O ilk önce katıdır, sonra sıvı, ardından gaz ve en sonu günümüz kimyasının bildiği hiçbir şeye benzemeyen toz halinde bir öz, yani beşinci elementtir. O filiz veren bir tohum veya kuluçkadaki bir yumurtada meydana gelen sürecin fiilen yeniden üretilmesi ve bu sürecin olgunluğa erdirilmesidir.”

“Taş’ın kimyasal sindirimi için gerekli kırk gün ile Tufan’da kırk gün yağmur yağması, çölde kırk yıl dolaşma, Eliyah’ın Ahap’tan kırk günlük kaçışı, İsa’nın dağdaki kırk günü, onun mezarda geçirdiği kırk saat, dirilişinin ardından öğrencilerine kırk gün sonra görünmesi gibi ruhani örneklerde karşımıza çıkan kırk günle ilişkilendirmektedir. Bu ve benzeri birçok olay ziyadesiyle anlamlıdır.”

“Simya tariflerinde sık sık karşımıza “yedi” rakamı çıkar. Yedi aşama, yedi renk, yedi metal ve yedi gezegen vardır. Satürn’le, yani kurşunla başlayan çalışma, Jüpiter’e, yani kalaya, oradan Mars’a, yani demire, oradan Venüs’e, yani bakıra, oradan Merkür’e, yani cıvaya ve nihayet Ay’a, yani gümüşe ve Güneş’e yani altına ilerler.”

“Doğada gördüğümüz her şeyi saran büyük sır, hayat gücüdür. Bilim adamlarının keşfetmiş olduğu maddenin en küçük parçacıkları bile hayatın niteliklerine sahiptir. Örgütlenme, büyüme, üreme. Fakat bu fenomen ancak belli bir şart altında kendini gösterir, bunu en iyi şekilde “kutuplaşma” terimiyle ifade edebiliriz. Madde ancak pozitif ve negatif elektrik kuvvetler işin içine girdiği zaman hayat niteliklerini sergiler. Bu durum, gerçekten de Mucize Taşı’nın imalatının ardındaki gizdir. Onu oluşturan maddeler asırlarca ölü ve atıl olarak bekler. Gerçekten de doğru kutupsallıkla içkin manyetik yaratıcı kuvvetler canlandırılıp harekete geçirilmedikçe bu şekilde uyumaya devam edeceklerdir. Madde ile ruh ayrı şeylerdir ve hayat bu ikisinin bir bileşimidir.” Ancak bu ayrışma birin iki ucu gibi düşünülebilinir.

“Hermes ile Afrodit’in, Bilgelik ve aşkın evliliği bu erdişi, bütün ilkeleri Bir’de cisimleştirir. İmalatın ilk aşamasındaki kaba Merkür ile aynı şeyin nihai aşaması arasında kara kömür ile elmas arasında olduğu kadar fark vardır. Oysa Simyada Kusursuz Taş’ın kaba Merkür’den elde edilmesi gibi birinin diğerinden geldiğini bilinir. Ruhani olarak da Merkür, (yani Cıva’yı) tıpkı kadimler gibi “Tanrıların kadeh taşıyıcısı, elçisi” şeklinde görülür.”


“Kadim olan Satürn, Zaman’dır. Çocuklarını birbiri ardına yutan Satürn miti, Taş’ın yapımına dair başka bir hikâyedir. Bu efsaneye göre Jüpiter’i yutmak üzereyken karısı Rhea ona yemek diye bir Taş vermiş, Jüpiter kaçırılmış ve iki su perisi tarafından büyütülmüştür. Bu periler simya literatüründe sık sık adı geçen “Diana’nın iki kumrusu” dur. Bunlar iki sülfürün ruhani, işleyen ilkesini temsil ederler. Zenginlik ve iyi talihin tanrısı Jüpiter’in temsil ettiği taşı büyütmek, “beslemek” için ileri geri mekik dokurlar. Jüpiter kelimesi iyi anlamına gelen Ju, Lu kelimesinden gelir. Piter veya Petros ise “taş” demektir. O halde Jüpiter kelimesi “iyi taş” anlamına gelir.”

“Taş’ın yapımında Satürn Cıva Suyunu (Merkür Suyunu) içinde barındıran soğuk, nemli ilkeye karşılık gelir. Jüpiter ise sıcak, kuru ilke, yani Sülfür’dür. Bütün çalışma boyunca bu ilkelerden biri ötekine galip gelir, tıpkı insan hayatında olduğu gibi. Çünkü insan Taş’ın gelişmiş bir örneğinden başka bir şey değildir. O, Makro kozmos, Taş ise Mikro kozmos’tur. Bu ikisi arasındaki mucizevî bir benzerlik vardır. İşte Taş’ın insana böyle yakın olmasının ve onun bütün hastalıklarına iyi gelmesinin nedeni budur. Bu hazineyi ortaya çıkarmak isteyen ustalığın bütün şartlarını gönüllü olarak yerine getirmelidir.”

“Bu efsane, anlatılan basit bir tarihsel olay olmak dışında, içinde bir sır barındırmasaydı, kuşaktan kuşağa aktarılmaz, asırlar boyunca hafızalarda kalmazdı. Fakat asıl tuhaf olan kuşakta kuşağa aktarılan ve sonunda oturup yazılan bu hikâyenin anlamını kimsenin bilmemesine rağmen, ilgi çekmeye devam etmesidir. Bu tıpkı “Noel Baba” hikâyesine benzer. Bu hikâye de analiz edildiğinde, Süleyman’ın hikâyesinin başka bir çeşitlemesi olduğu görülür.”

“Bilgeler, hep bir ağızdan Tek Şey olduğunu ileri sürdükleri maddenin çeşitli biçimlerini ve hallerini ifade etmek için renkleri ve metalleri kullandıkları gibi gezegenleri de kullanırlar. Böylece maddeye Kara Hal’de iken Satürn denilir. Satürn, Kronos, yani Zaman’la aynı olduğu için bize ardında bir tahta bacak sürükleyen Zamanın Babası’nın sembolünü verirler. Bu sembolün her ayrıntısı süreç için önemlidir.”

“Başka bir meşhur yazar kara halinde bu Madde’ye “Kral’ın savaş arabası, antimoni der.” (Tarot Kartı). Ona böyle denmesinin nedeni çözeltiden sonra oluşan karalığın parlaklığıdır. Çünkü bu kişi bunun neye alamet olduğunu bilmektedir. Paracelsus cahil insanların çoğu zaman bir inekten daha pahalı taşları alıp attıklarını söyler. Bu kelimesi kelimesine doğrudur. Öyle ki simyacının bu sözü bizzat Sanat’ın bir anahtarı haline dönüşür.”

“Ars Manga: Büyük sanat anlamındadır. Kelime anlamı büyük sanat(ulu sanat) olup, simyada ulaşılan son noktaya (felsefe taşı yapabilme yeteneği) giden yolu ifade eder. Bu taş maddeyi altına çevirebilmekte ve bundan elde edilen iksir ile insan ölümsüzlüğe kavuşabilmektedir. Metallerdeki hastalığın, kirin yok edilip altının ortaya çıkarılması gibi, uzun bir süreçten sonra da insandaki tanrısal töz açığa çıkabilir ve kişi iyi için çalışabilir. Ars Magna, bu açıdan insan için de kullanılabilir, bu anlamı ile ezoterik inisiyasyonu da temsil etmektedir. Ars Magna ile insan tanrı ile birleşebilmekte, kendini maddeye bağlayan bağlardan kurtulabilmektedir. Simyada son noktaya giden yoldur. “

Bu taştan hakkını vererek bahseden Harry Potter gibi birçok kurguya esin kaynağı olmuş bir efsanedir felsefe taşı. “Simyacıların dünyasına özgüdür. Eski mısır ve orta doğuya dayanır temelleri. 8. yüzyılda Jabir İbn Hayyan adlı alkemist metal elementleri Aristotelesçi sınıflandırmaya göre değerlendirmiştir. Bu değerlendirmenin dört parametresi vardır (sıcaklık, soğukluk, ıslaklık, kuruluk). Her metal bunlara sahip olduğu oranda farklılaştığına göre, bu farklılaşmayı sağlamak bir metali başka bir metale dönüştürebilmek anlamına geliyordu simyacılar açısından. Buna arabuluculuk edecek olan madde de işte bir iksirdi; “felsefe taşı”nın tozundan elde edilmiş kırmızı bir pudra. İsviçreli simyacı Paracelsus yaklaşık 8 yüzyıl sonra bir tanım daha getirdi felsefe taşına: dört ana element olarak kabul edilen(ateş, hava, toprak, su) evreni oluşturan maddelerin kendisinden çıktığı bir töz.”

Bilindiği gibi taassup sadece din alanında değildir. Zamanımızda sıkça rastladığımız gibi çağdaş görünümlü dogmatikler taassubun babaları olmuşlardır. “Simya” bu çevrelerde yaygın biçimde, temelsiz boş inanç ya da en iyimser gözle kimya biliminin gelişmesinden önceki ilginç bir geçiş dönemi olarak görülmektedir. “Simyanın, Aquinos’lu Thomas, Isaac Newton, Robert Boyle gibi insanlarca da ciddiye alınmış olduğu ve simya ile Ortaçağ felsefesi ve dini arasında önemli bağlar bulunduğu çok az bilinir. Simyacı, altın üretmeye çalışan bir kimse olarak tanınmaktadır. Elbette bu işle uğraşan birçok kimse vardı. Fakat onlar kadar, yüksek düşünceli ve zeki başka insanlar da vardı ki, altın elde etmek için uyguladıkları kimyasal işlemler aslında simgeseldi ve amaçlanan sonuç altın elde etmek değil, ‘Filozof Taşı’nın keşfedilmesi idi. Onu araştırırken simyacı, maddenin içinde gizlenmiş olduğuna inandığı ruhu özgürleştirmek çabasındaydı ve böyle yaparak, bir bakıma ruh ile fiziksel gerçeklik arasındaki köprüyü kuruyordu.” Ruh, nefs ve madde; denildiği gibi nefs ruhun maddeye bakan yüzüdür. 15. yüzyılda bir yazar şöyle diyor: “Sadece felsefe taşını yapmayı bilen kişi onunla ilgili sözlerin anlamını bilir.”

“Ateş; tarih boyunca ilahi gücün sembolü görülmüştür. Herakleitos’a göre her şey ateşten gelmiştir ve ateşe dönecektir. Ateş dönüşüm aracıdır. Dolayısıyla diğer elementler arasında bir aracı görevi görür. Ateşin rengi kırmızıdır ve erkeklik unsuru içerir. Ateş ışık verdiği için aydınlığı simgeler. Ateş yakıcı olduğu için azap verici rolü de olmuştur. Yıkıcı ve tahrip edici yan da vardır. Dolayısıyla sembolik olarak arınmak ve aydınlanmak ile ifade edilen yüksek bir yanı olduğu gibi ayrıca ihtirasları, azabı ve yıkıcılığı simgeleyen aşağılık bir yanı da vardır. Yüksek unsurunu güneş simgeler ve aşağı unsurunu Mars gezegeni simgeler. Ayrıca insanın ilahi pırıltısını simgeler.

Su, ateşe zıttır. Dişi unsuru içerir. Yansıma gücünden dolayı kadimler onu bilgeliğin simgesi olarak görmüşlerdir. Diğer özellikleri soğukluk, gizlilik ve uykudur. Ateş şuuru ve su şuur altını simgeler. Ateş gündüzün hakimi Güneş’i içerir, su ise gecenin hakimi Ay’ı içerir. Su değişkendir ve etrafındaki tesirlerin özümseyerek sergiler. Dolayısıyla hayat verici de olabilir, zehirleyici de. Temizleyici de olabilir, kirletici de. Ancak saf hali ile sadece hayat verici ve arındırıcıdır.

Hava; ateş ve suyun unsurlarını içerir. Hava simgesi ortasından çizgi geçen eşit kenar üçgendir. Hava kendi başına bir elementtir ve nötr prensibi içerir. Hava hareketli ve incedir. Genel olarak zihni temsil eder ve mental âlemi simgeler.

Toprak; bazı görüşlere göre gerçek bir element değildir ve diğer üç elementin karışımından meydana gelmiştir. Ancak, tradisyona uygun olarak elementlere dâhil edilmektedir. Toprak maddi varlığın temelidir ve pratiktir. Toprak bereketi ve kazancı simgeler.”

“Simyacılar eski düşünceye bağlı kalarak Ateş, Toprak, Su, Hava olmak üzere dört elementin varlığını kabul etmişlerdir. Bu elementler bildiğimiz anlamlarından öte bazı özellikleri temsil etmektedirler. Simyaya göre görünen iki element, Toprak ve Su, içlerinde görünmeyen iki elementi de barındırmaktadırlar: Ateş ve Hava. Bunun dışında, bazı simyacılara göre beşinci bir element daha vardır ki bu da Ether’dir. Ether beden ile ruh arasında da aracılık görevi görmektedir. Simyada Platon döngüsü denilen kavrama göre elementler arasında sürekli bir de dönüşüm vardır. Ateş Havaya, Hava Suya, Su Toprağa ve Toprak Ateşe dönüşmekte olup bu döngü bu şekilde sürmektedir.”

Sunay Demircan bir makalesinde şöyle diyor: “Simyacılar Ateş, Toprak, Su, Hava olmak üzere dört elementin varlığını kabul etmişlerdir. Simyaya göre görünen iki element, Toprak ve Su, içlerinde görünmeyen iki elementi de barındırmaktadırlar: Ateş ve Hava. Bunun dışında, bazı simyacılara göre beşinci bir element daha vardır ki bu da Ether’dir. Ether beden ile ruh arasında da aracılık görevi görmektedir. Simyada Platon döngüsü denilen kavrama göre elementler arasında sürekli bir dönüşüm vardır. Ateş Havaya, Hava Suya, Su Toprağa ve Toprak Ateşe dönüşmekte olup bu döngü bu şekilde sürmektedir.” Hem “Su”, hem de “tuz”, her ezoterik öğreti içindeki semboller olarak sayılmıştır. En büyük dengenin simgesi olarak anılırlar. En iyi yakan (Hidrojen) ile en iyi yanan (Oksijen) bir araya gelip (Su) en iyi söndüren oluverirler. Veya tek başına maruz kaldığında zarar verecek olan Sodyum veya Klor, bir araya gelip Tuz; hayata bağlayan en önemli unsurlardan birisi oluverirler.”

“H2SO4; sülfürik asit, moleküllerinin dağılımı şöyledir: Ortada yeşilimsi sülfür (kükürt). Sol ve sağ üstte kükürte bağlanmış olan kırmızı toplar birer oksijen molekülü. Alt tarafta kükürte bağlı oksijenler. Bu oksijenlerin diğer bağları, görünen hidrojenleri tutmak için ayrılmıştır. Altı top bir araya gelince (kükürtün oksijenle yükseltilmesi sonucu) ortaya yağlı bir sıvı çıkar. Bu sıvıyı sülfirik asit olarak biliriz, ama asıl adı Vitriol’dür. Sümerlerden beri kullanıldığı bilinir vitriol’ün. Kimya sanayinin temelidir; Ne mi yapar? Arıtır. Mesela, petrolden istenmeyen maddeleri katran şeklinde ayrıştırır, ortaya özel benzinleri, gaz yağını çıkartır veya metallerin yüzeylerini temizler. Simyanın üç temel elementinden biri kükürt diğerleri tuz ve cıvadır. Kükürt=piramit, ateş, güneş, erkek, gönye. Tuz=küp, ay, toprak, nötr (cinsiyet), tesviye. Cıva=küre, Venüs, su, dişi, şakül. Düalitenin evliliği, kimyasal düğün budur.” Sunay Demircan Üstad şöyle diyor: “Solda dişil taraf, cıva, ay ve pelikan; sağda eril olan, güneş, kükürt, ateş kuşu Anka. İkilikten birliğe geçiş.” “O kuşun tek kalbi var, çift başlı kartal gibi. Çift başı ve iki yandaki farklı kanatlarına rağmen bir tek kalp.”

Hermes aklı-zekâyı ve onun özgürlüğünü sembolize eder. Simyada, civanın (Merkür’ün) tuz ve kükürt arasında üstlendiği bağdaştırıcılık rolü gibi Hermes’in de karşıtlıklar arası aracılık ve tamamlayıcılık işlevi vardır. “Simyada bir önemli ayrım da dişil/eril ya da dişi/erkek ayırımıdır. Bazı simyacılar İlk Çağdaki bir düşünceyi savunmuşlar ve Tanrı’nın yaradılıştan önce hermafrodit olduğunu ve yaradılışla birlikle erkek ve dişi olarak ayrıldığını iddia etmişlerdir. Buna göre Güneş eril, dünya dişildir. Aslında dişil özellik en çok Ay ile kendini belli etmektedir.”

Simyadaki bir başka düalite de makro kozmos – mikro kozmostur. Bu ikisi arasındaki benzerlik de daha önce gördüğümüz gibi ifadesini zümrüt tabletlerde bulmuştur. Bir başka görüş de insanın doğuşunun evrenin doğuşuna benzediği yönündedir. Simyadaki bir önemli kavram da düalitenin yanında üçlemedir. Ünlü simyacılardan Robert Fludd “Üç dünya vardır: arketipler dünyası, makro kozmos ve mikro kozmos; yani, Tanrı, Doğa ve İnsan. ” demektedir.

“Bu üçleme elementlerde de karşımıza çıkmaktadır. Nasıl Tanrı’da bir üçleme var ise insanda da ruh, can, beden olarak üçleme vardır. Bunun elementler dünyasına yansıması ise, Kükürt, Tuz ve Cıva şeklindedir. Burada anlaşılması gereken bildiğimiz anlamda kükürt, cıva ve tuz olmamakta, ancak bunların temsil ettiği prensipler olmaktadır. Aslında kükürt ve cıva iki karşıt prensip olup aralarında tuz ortayı temsil etmektedir. Kükürt aktif olanı temsil etmekte olup erildir. Cıva ise tam tersi olarak pasif olanı temsil etmekte olup dişildir. Tuz ise ikisini arasında bir bileşim olup, gövdeyle ruhun bağlanması gibi bağlayıcı bir görev yapmaktadır.”

“Simyanın pratiğine de baktığımızda ezoterik yön açığa çıkmaktadır. Bu aşamalar aslında adayın inisiyasyon yolunda kat ettiği mesafedir. Birinci aşamada haricinin içeriye alındığı tefekkür hücresi siyahtır. Tıpkı simyadaki kara yapıt gibi. Harici burada yeni bir hayata girmektedir. Harici hamdır, rafine edilmemiştir, yontulmamıştır. İçeriye alındığı andan itibaren çürüme başlamıştır. Değişim başlamıştır. Maddenin özü ölmektedir. İkinci aşamada Nur’a kavuşmaktadır. Bu simyadaki beyazdır. Değersiz bir metal altın olma sürecine girmiştir. Yani saflaştırma başlamıştır. Yer altı dünyası denilen kendi benliği içerisinde yol almakta ve kendini tanımaktadır. Tüm boş inançlardan ve bağnazlıklardan uzaklaşmıştır. Özündeki kötülükleri ve iyilikleri ortaya çıkarmaktadır. Bencillikten uzaklaşmaya başlamıştır. Öldürülen maddenin yerine, yeni bir elementin katılması söz konusudur. Madde, yeni kimliğini kazanmaya hazırdır. Üçüncü aşama felsefe taşının ele geçirilerek kırmızı yapıta ulaşılmasıdır.”

Simyacı için amaç felsefe taşını elde etmektir. Ancak bunu elde edebilmesi uzun ve zahmetli bir iştir. Simyacı uzun proseslerden geçireceği “İlk Madde”sini dikkatli seçmek zorundadır. Latince “Materia Prima” diye adlandırılan ilk madde çalışmanın başarıya ulaşabilmesi için çok büyük önem taşımaktadır. Pratik simyada genelde uçucu ve hareketli olarak cıvaya karşılık gelen ilk madde, ezoterik olarak da çırağı, inisiyasyona alınacak, mükemmel olmayan, kişiyi temsil etmektedir.

V.I.T.R.I.O.L. ile anlatılan “Dünyanın derinliklerini ziyaret et gizli taşı bulacaksın” cümlesi aslında insanın Tanrı’yı, tanrısal olanı kendi içinde bulacağı anlamına da gelmektedir. Bu ifadenin ezoterik açılımı ise, her insanın Hakikatin Nurunu, diğer bir deyişle Tanrıyı kendi içinde bulacağı şeklindedir. Tanrı-İnsan-Evren üçlemesi özdeştir. İnsanın ölmesi, bu bilginin yok olmasına neden olamaz. Ruhun ölmezliği gibi, bilginin de ölmezliği kesindir.

“Visita Interiora Terrae: Toprağın içine kıvrıl, içine seyahat et. Rectificando: Onu rafine et, yüksek ısılarda kaynat Onun içindeki diğer malzemeleri ayrıştır. Invenies: Bulmak. Onu bul. Occultum: gizem, yani gizemli. Lapidem: Taş, ama felsefe taşı. Invenies Occultum Lapidem: O gizemli taşı bul.” “Toprakta içe dönerek gizemli taşı bul, onu rektifiye et; arındır. Hermetik döneme baktığımızda bir kavram var: lapidem; felsefe taşı. İçe dön, içe yöneliş. Varlığın kendi içindeki bir şeyi bulup çıkartmaktan söz ediyor, olmayan bir şeyi yap demiyor, icat et demiyor bu öneri. Kendi toprağında (varlığında, benliğinde) öyle bir şey var ki onu bulup ortaya çıkarttığın zaman, Aranan o’dur diyor.”

Metin Bobaroğlu şöyle diyor: “Bazı ezoterik kadim yollar “Kaybolmuş kelimeyi bul,” diyorlar. Bakıyorsun, V.I.T.R.I.O.L. içinde kaybolmuş kelime hangisi? Taştı. Kaybolmuş kelimeyi bulduk, lapidem’miş. Ne yapacağım onu? Ham bir taş bu, toprağın içinde ham durumda. Al onu. Mermer parçası örneğin; al ve onu rektifiye et. Mermeri diğer parçalardan ayır, saf mermer hâline getir. Getirdim, tamam mı? Hayır. Kaybolmuş kelimeyi şimdi bunun içinde bul. Nasıl bulacağım? Mermeri bulduk, saflaştırdık. Gizli diyordu; okült. Bu o kadar gizli değil, bildiğin taş bu. O zaman bu taşın olanaklarını bul, çıkart. Gizli olan budur. Bu mermer nelere olanaklıdır? Kolaylaştırıcı bir örnekle anlatayım: Mesela bir piyano. Bir piyano koyuyorlar önümüze; mermer yerine piyano. Diyorlar ki: “Bu piyanonun içindeki gizemi bul çıkart.” Başlıyor şimdi sanatçılarımız. Bu fena değil galiba; koyuyor bir tarafa, bir beste. Yine arıyor, arıyor, arıyor. Bu daha iyi galiba! Eğer oysa yapmaz bir daha, ha bire arıyor. Çıkartıp bir daha yapıyor, çıkartıp bir daha yapıyor, ha bire piyanonun içindeki olanakları çıkartıyor, koyuyor bu muydu acaba diye. Fena da değil ama hayır. Bir daha arıyor, ha bire arıyor… İşte, mermerin içindeki bütün olanakları çıkartmak da heykeltıraşın işidir. Dolayısıyla, bitmeyen bir arayıştan söz ediyoruz. Kaybolmuş kelime sürekli aranıyor ama hiç bulunamıyor. Hiç bulunamadığı için, bu arayış sürekli üretim, sürekli gelişim, sürekli insanın potansiyellerinin keşfi demek. Dışarıda bu piyano da olabilir, resim de olabilir, heykel de olabilir. Yaptığımız bütün bu üretim arasında kendi olanaklarımızı, bu taşın yani kendimizin olanaklarını deniyoruz. Bunda ne var, ne yapabilir? Bütün tarihe baktığımızda şaşırtıcı şeyler yapmış, bitmiyor, daha neler var interiora terrae? Bu rectificando bitmez bir senfoni!” “Felsefe taşı denilen bu taş Simyacılardan başlayarak tüm okült sistemlerin hedefinin sembol taşı olmuş ve VITRIOL sembolü ile insiyasyona hedef gösterilmiştir, inisiyasyon sürecinin kaba bir taşın kübik bir taşa dönüşümü olarak sembolize edilmesinde olduğu gibi, zümrüt tabletin de mükemmel bir insana dönüşmüş inisiyeyi sembolize etmesidir.”

Jung’a göre Anka’nın hikâyesi “Kendi”nin keşfine giden yoldur. “”Simyacı” adlı eserde “kendinin efendisi olmak” bilinci anlatılır. Simyacı şöyle der: “Yolculuk bir öğrenme yöntemidir. Bilmemiz gerekenleri bize o öğretir.” Saklı hazineyi arayan gezgin, büyük sınavlardan geçip engeller aşarak kendi benliğine ulaşır, şuuruna kavuşur ve sonunda “kendi hazinesi”ni bulur. Anlar ki, keşfedilecek ülke, insanın kendisidir.” Zümrüd-ü Anka, insanın yenilenme sürecine tekabül eden simyasal dönüşümün başarılmasının sembolüdür. “Akıl, yolu keşfederken kalp ise anahtarı bulmak için akla yardım eder” denir.

V.I.T.R.I.O.L. simya terimi de aynı adresi gösterir. Aşağıya doğru dikey bir harekettir. Dönüş, tamamlanış ile birlikte yine dikey olarak yüzeyedir. Kendini yeniden doğurup dönebilen, kendi anima/animus’sundan kendisi doğabilen, toprağın derinliklerinde ana tanrıçanın, toprak ana’nın rahminden tekrar doğup tamamlanabilen için dikey yolculuk çok önemlidir. Birçokları inmekten çekinir, karşılaştığına sırtını döner, kendi ile objektif yüzleşmez, döndüğünde aynadaki suretine yalan söyler. Simyacının farkı buradadır. O, hem bilinç hem de bilinçdışı dünyasının ustası olmuştur. O sembolik mağaradan, cehennemden, Gayya kuyusundan, sınavdan bir sembol olarak çıkar.”

“Simyada “İlk madde”yi elde etmek, tüm madenlerin türediği cevheri elde etmek değil, ruhsal varlığın ilk halini, yani maddi dünyada doğmadan önceki saf şuur halini elde etmek anlamına gelir. Ruhun maddeye bakan yüzü “Nefs” nefis eylenir. Aranan Felsefe Taşı, ötede değil, bizzat insanın içinde, gönlündedir. Felsefe taşı mutlak olana, tanrısal öze kavuşturan bilinç anlamını kazanmaktadır. Öyleyse kendi içindeki Tanrısal özü bulmak isteyen kişi, tıpkı maddenin saflaştırılması gibi, kendi içine dönerek kendini saflaştırmalı ve gizli olan, içindeki Felsefe Taşına ulaşmalıdır.” Yaşarken kendinden doğuştur. “Konu cennete gitmek değil, konu olduğun yeri cennete çevirmektir.” diyor Rengin Sakaoğlu.

Bu felsefe taşı, Hakikatten başka bir şey değildir. İlahi Hakikatin içinde yer aldığı insanın saf ruhuna ulaşılması maksadıyla, Büyük Eser, durmadan yenilenen gayretlerle, araştırmacının bizzat kendisi üzerinde icra edilir. Burada artık alamet-i farika bizzat felsefe taşını arayandır.

“Anka’da ruh gelişim sürecini tamamlar. Zümrüd-ü Anka aynı zamanda kendi mezarı olan yuvasını yapar ve onu yakarak kendini küle çevirir. Fakat yenilenerek küllerinden dirilir. O kendi varlığını öyle bütünselleştirmiştir ki artık varlığının temeli olarak fiziksel bedenine bağlı değildir. O artık ruhani olanın eminliğindedir, bu anlamda o Ruhani Benlik’e, Felsefe Taşı’na ulaşmıştır.”

“Hayranlıkla bakılmamak bir Anka kuşu için büyük zulümdür” denmiştir. Anka “karar ver” der. Yeni bir insanlık, uygarlık, yeni bir ben için baştan başlamak yeniden doğmaktır. Bireyin değişim ve dönüşüm sürecidir. Kendini aramak için yola düşmek, sembolik dağa tırmanmaktır. Dağ gökle yerin karşılaşması yani Kaf Dağı’dır. Anka, felsefe taşının kalbinde yer alır. Tinsel değişimin simgesidir. “Ruhun bilinç düzeyine yükselme sürecini anlatmak için İran simgeciliği Kaf Dağı simgesini kullanır. Dağın doruğu insan ruhunun en yüce merkezi olarak kabul edilir. Kaf dağının doruğunda gökleri yeşile dönüştüren zümrütten bir kaya bulunur. Kutsal ruh burada oturur. Zümrüt evrensel tinin simgesidir.”

Felsefe taşı aydınlanmanın sembolüdür. Sembolik felsefe taşı da bir anlamda kendi kendini yargılama, vicdani hesaplaşma yani sembolik olarak cehenneme iniş ve yaşarken ikinci doğuştur. Kendini tanıma, bulduğu felsefe taşını yontmadır. Kendini biliş, Zıtlıklardan tamamlayıcılığa yani denge yolunda iyi, doğru ve güzele gidiştir. Kendini tam anlamıyla bilen kişi, kendi vicdanında Tanrı’nın tecelli ettiğini idrak edecektir. İşte aranan Felsefe Taşı O’dur.

Kimi araştırmacılara göre ise Kutsal kâse de meşhur “Felsefe Taşı”dır.

“Altın Üçgen, felsefe taşını ve V.İ.T.R.İ.O.L.’u çağrıştırır. Felsefe taşını bulmak için nasıl yerin altına giriliyorsa, Altın Üçgen’de kuyudan, yani yerin altından çıkarılmıştır. Buradaki yerin altı, kuyu gibi ifadeler, insanın içini, ruh dünyasını, sırlarını sembolize eder. Bunlar bizi hep kendi özümüzü bulmaya götürür. O halde tekâmül için Altın Üçgen’in sırlarının da araştırılması gerekir. Örneğin üçgenin uçları; Beden-Ruh-Öz şeklinde düşünülebilir. Bedenden ruhumuza, oradan da özümüze yani gerçek kimliğimize ulaşırız. Felsefe Taşı belki de Cern tarafından şu anda servet gibi bir bütçeyle araştırılan Dan Brown’ın da romanlarında sıklıkla yer verdiği anti maddenin bir önsezisi de olabilir.”

Felsefe taşımız tabanı Ben’i temsil eden piramidin tepe noktasıdır. “Ben ben” taşıdır. Eski Mısır’da Kutsal Atum Sütunun üzerinde de “Ben Ben” taşı vardır. Kozmik kökenli bir taştır. Kâbe’deki siyah taşa benzer olduğu da düşünülmüştür. Anka Tapınağında durmaktadır bu taş ve sütun. Osiris’in ruhu Anka ile özdeşleştiği için “Ben Ben” taşı onun tohumunu ifade eder ve İsis’in rahminde Horus’u yaratan gücü simgelemektedir. Ben daima “O” tarafından kendine çekilir, bu yüzden saat yönünde tavaf tüm geleneklerde vardır. Bilinçaltında da aynı kural mevcuttur, merkezi O’dur.

Sfenks, canlıların oluşturduğu âlemlerin birliği içindeki doğanın, yani dünyasal İsis’in ta kendisidir. İsis, bilge insanın Büyük Çalışmasının, Felsefe Taşının, Hayat İksirinin imgesidir. Dünyanın bakiresi iki sütun arasında ya da üzerinde resmedilir. Akıl ve sezgi (mikro ve makro kozmos) gösteren bu sütunlar doğanın doğurganlığa kutuplar yoluyla ulaşması gerçeğini sembolize eder. İsis bilgeliğin kişiselleşmesi olarak zıtlar sütunlarının ortasında durur ve bize kavrayışın her zaman denge noktasında bulunduğunu, hakikatin görünürde birbirine karşı ikili yapının ortasında çarmıha gerildiğini gösterir.

Felsefe Taşını arayışta olan yolcuyu, insana ait hiçbir şey şaşırtmamalıdır; ego gerile gerile kumanda koltuğuna kurulmuşken nefs “nefis” eylenemez. Kavgadan beslenenler, riyakârlar, tamahkârlar, para-mevkii delisi olanlar, toleranssız saygısızlar, kıskançlık ve hasedin egemen olduğu, salt ego kontrolüne teslim olan olgunlaşamamış insanlar sayıca çokçadır. Hikmet Nahas Keskineğe’nin dediği gibi: “Önemli olan, her insanda aynı şekilde çalışan egonun emirlerini süzgeçten geçirip, onu frenleyen süper egoyu daha aktif hale getirmektir. Süper egonun geliştiği yer beynin alın (frontal) lobudur. Bu lob aynı zamanda medeniyet lobu olarak da bilinir. Alın lobunu geliştirebilmiş insanlar da benim alnım açık diyebilen insanlardır.”

Bilgeliğin yolu “Altın orta yol” dur. Bu yol tüm kadim kültür ve toplumlarda tavsiye edilen, aşırılıkların uyarıldığı, o meşhur “orta yol”dur. Sağduyunun, ölçülü olmanın, soğukkanlılığın, hoşgörünün, dikkatle merdivenleri çıkmanın ve inmenin yoludur. Ölçülü olmak duygu, düşünce ve davranışlarda dengeli ve kontrollü olarak yaşama hâlidir. Kadim ezoterik öğretilerin hiçbiri aşırılıktan yana değildir. Değişim içten dışa doğrudur. Mikro ve makro-kozmos, İç ve Dış Dünyalar arasındaki mistik evliliği de simgeler Felsefe Taşı ve içimizde “Mistik Evlilik” inisiye edilir. Bizim kalınlaşan, katılaşan ve maddileşen peçemizi aşıp geçmemizi sağlar Bütün’e ezoterik bakış.

“Sonluda karşıt bulunanlar, sonsuzda birliğe ulaşırlar. O asli cevheri bulmuştur, simyadaki “Materia Prima”’yı. Ruhunu arayan insanın macerasıdır bu, Jung’un deyimi ile. Yeni bir kimliğe bürünmeyle devam eder yolculuk. Çalışma sadece okuyarak değil, yaşayarak, hissederek içimizde yapacağımız derin düşünce yolculukları ile olacaktır. Düşünme üzerine düşünme tefekkürdür. Kuyulardan, basamaklardan geçerek derinliklere inilir. İç dünyasını tamamen keşfeden yani egosunun sembolik metallerden arındıran ve gölgenin baskısından kurtulan Ben, diğer parçaları olan İkiz, anima/animus ile diyaloga girebilecektir. Felsefi düğün, kimyasal düğün işte burada bu bütünleşmededir.”

Kahraman’ın Yolculuğunda “kayıp hazine” bir türlü bulunmaz, bulundu zannedildiğinde yeni bir maceranın kapıları açılır zira arayış hiç bitmez ve bu da sürekli üretimi, sürekli çabayı, sürekli iyi, doğru ve güzele yönelimi destekler. Bu yüzden yolculuk başlangıçsızlıktan sonsuzluğa doğru bitmek bilmeyen bir senfonidir… Kahramanın peşinde olduğu hazine kendisidir ve buldukça da beğenmeyecek daha iyisi için çalışmaya devam edecektir.

Felsefe taşını arayan kişi hem dönüşüm, hem dönüştüren, hem de dönüşendir. Simyacı için gerçek simya insanın iç doğasındadır. “Felsefe taşı, evrenin temel sırlarını keşfetmek, metalleri altına çevirmek sıradanlığı yerine ölümü yaşama dönüştürmek, ruhu arındırmak ve daha yüksek bir bilince ulaşabilmek için içimizde arayıp bulmamız gereken akıl taşıdır, hayat taşıdır… Bilgelik yolunda ilerleyebilmenin anahtarıdır.”

“Makro kozmosu kendinde kucaklayan bir Mikro kozmostur” gerçek insan. Taş bizizdir; içinde biz varız, dönüşen de değişen de kendini yontan da yontulanda diğer taşlar ile sürtüne sürtüne daha mükemmel olan da güçlenen de yolda olan da yol da biziz…

” Timeo homini uni librium” “Tek kitabı olan adamdan korkarım.”(Latin deyişi)

“Okunması gereken kitap kendimizdir. Diğer kitaplar kendimizi okumayı öğrenmek için okunur.” Erhan Merdanoğulları

Berk Yüksel

Kaynakça:

http://www.felsefetasi.org/ Felsefe Taşı E-dergisi
http://tr.wikipedia.org/wiki/Felsefe_ta%C5%9F%C4%B1
http://www.hermetics.org/Felsefi_Simya.html
http://www.gnoxis.com/felsefe-tasi-39364.html
Felsefe Taşı: Kaybolan Kelime; Metin Bobaroğlu
http://www.anadoluaydinlanma.org/Yazilar/kaybolan_kelime.pdf
Peygamberlerin Sırrı Felsefe Taşı; Delmar DeForest Bryant; Mitra Yayınları;
http://www.hermetics.org/Simya.html ; Erhan Altunay

İbn Rüşd Düşüncesinde Din-Felsefe İlişkisi Bağlamında Din Dili Problemi


Zaman ve mekân dışı varlığın, zamansal ve mekânsal varlıklarla ilişkisinin dilsel ifadesi, hep tartışma konusu olmuştur. Buradaki asıl sorun, bu ilişkiyi dile getiren kutsal kitaplardaki ifadelerin nasıl anlaşılacağıdır. Teist düşünürlerin bir büyük çoğunluğu için, Karl Barth ve John Hick gibi farklı düşünenler olmakla birlikte, kutsal kitaplardaki ifadeler, mutlak doğru olup kesinlik ifade eder. Mantıkçı pozitivistler ise dinî ifade ve önermeleri olgusal gerçekliğe tekabül etmediği gerekçesiyle anlamlı bulmamışlardır. Sembolik, analojik, tenzihi ve teşbihi dil anlayışı bu sorulara cevap üretme çabası sonucu ortaya çıkan doktrinlerdir. Biz bu çalışmamızda hem İslam, hem de Batı düşüncesi üzerinde önemli etkiler bırakmış olan İbn Rüşd’ün, din dili konusundaki görüşleri üzerinde duracağız. Onun görüşleri çerçevesinde dinî önermelerin linguistik ve mantıksal açından tahlil ve tenkidinin imkânı, din dilinin “gündelik dil ve bilim dili” ile ilişkisinin boyutu, kognitif niteliğinin olup olmadığı sorunlarına cevap arayacağız. Dinle beşerî disiplinlerin bire bir kıyaslanmasını doğru bulmayan İbn Rüşd, bunlardan biri adına diğerinin feda edilmesinin vahim sonuçlara sebebiyet vereceğini belirtmiştir. Tanrı’dan eksiklik ve noksanlıkların bertaraf edilmesi noktasında tenzihi dilin kullanılmasından yana olan düşünürümüz, Tanrı’nın insanların da sahip olduğu niteliklerle vasıflandırıldığı sıfatlarda analojik dile başvurmuştur. Onun, kavramların anlamı belirlenirken, kullanıldığı bağlamının dikkate alınması gerektiği önerisi, Wittgenstein’in dil oyunu teorisinin temel ilkelerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Yine hermenötiğin anlama ve yorumlamanın mahiyeti ile ilgilenen felsefi bir disiplin haline gelmesinde, onun düşüncelerinin yol göstericiliği yadsınamaz.

Kaynakça

Altıntaş, Ramazan. “İbn Rüşd’ün Din Anlayışı ve Kritiği”. İslâmî Araştırmalar 15/3 (2002): 399-416.

Arıcan, Kazım Musa. “İbn Rüşd’ün Hakikat Öğretisi: ‘Çifte Hakikat’ ve ‘Hakikatin Birliği’ Tartışması”. Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 12/2 (2008): 225-252.
Baktı, Ahmet Selman. “Felsefenin Hakikati Konu Edinmesi Caiz Mi?”. Din ve Felsefe Araştırmaları, 1/2 (2018), 157-182.

Baktı, Ahmet Selman. “Kıyasın Meşrûiyetinde Beşer Olmanın Rolü ve Kıyas Karşıtı Bir Zihniyetin Analizi”. Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 32/17 (2015), 1-23.
Clack, Beverley. -Clack, Brian R. The Philosophy of Religion, A Critical Introduction. Cambridge: Polity Press Cambridge, 1998.

Cürcânî, Seyyid Şerif. et-Ta’rîfat. Mısır: y.y., 1938.
Duran, Asim. “Aydınlanma ve Kutsal Kitap Yorumunun Tarihsel Dönüşümü”. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi 17/2 (2017), 111-128.

Ebû Zeyd, Nasr Hâmid. “Hermenötik ve Metin Yorumu”. trc. Muhammed Çoşkun, Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi 46 (2014), 237-266.
Gemuhluoğlu, Zeynep. Teoloji Olarak Yorum Gazzâlî ve İbn Rüşd’de Te’vil. İstanbul: İz Yayınclık, 2010.

Gemuhluoğlu, Zeynep. “Metaforların Kognitif İçeriklerinin Felsefe ve Şiir Dili Açısından İncelemesi -Fârâbî, İbn Sînâ ve Rüşd Örnekleri-”. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 34/1 (2008): 121-144.
Inwood, Michael. “Hermeneutics”. Concise Routledge Encyclopedia of Philosophy. London and New York: Routledge, 2000.

İbn Rüşd, Ebu’l Velid Muhammed. Tehâfütü’t-tehâfüt. Haz. M. Abid el-Cabiri, Beyrut: Merkezü Dirasati’l-Vahdeti’l-Arabiyye, 2008.
İbn Rüşd, Ebu’l Velid Muhammed. el-Keşf ‘an menâhici’l-edille fî ‘akâidi’l-mille. thk. M. Âbid el-Câbirî, Beyrut: Merkezü Dirâsâti’l-Vahdeti’l-Arabiyye, 1998.

İbn Rüşd, Ebu’l Velid Muhammed. Faslu’l-makâl fî mâ beyne’l-hikmeti ve’ş-şerî‘ati mine’l-ittisâl. thk., Muhammed Ammar, Kahire: Daru’l Mea’rif, 1983.
İbn Rüşd, Ebu’l Velid Muhammed. el Bidâyetü’l-müctehid ve nihâyetü’l-muktesid I. Nşr. A. Ahmed, A. Mahmud, Lübnan: y.y., 1996.

İbn Rüşd, Ebu’l Velid Muhammed. Tefsîru mâ ba’de’t-tabîa I. thk. Maurice Bouyges, Beyrut: Daru’l-Maşrık, 1991. İsfehânî, Ebu’l Kasım Hüseyin b. Muhammed Râgıb. el-Müfredât fî garîbi’l Kur’ân. İstanbul: Kahraman Yay., 1986.
Karlığa, H. Bekir. Batıyı Aydınlatan İslam Düşünürü İbn Rüşd. İstanbul: Mahya Yay., 2014.

Karlığa, H. Bekir. “İbn Rüşd”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi 20: 257-288. Ankara: TDV Yayınları, 1999.
Kaya, Mahmut. “Hitâbet”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi 18: 156-158. Ankara: TDV Yayınları, 1998.

Kılıç, Recep. “Kur’an’da Ulûhiyet Anlayışı Üzerine”. Varlık, Bilgi, İnsan, ed. Yusuf Şevki Yavuz, İstanbul: 29 Mayıs Üniversitesi Kuramer Yayını, 2017, 185-232.
Koç, Turan. Din Dili. Kayseri: Rey Yayıncılık, 1995.

Kutluer, İlhan. “İlim”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi 22: 109-114. Ankara: TDV Yayınları, 2000.
Malcolm, Norman. Wittgenstein: A Religious Point of View?. Ithaca-New York: Cornell Universty Press, 1993.

Ocak, Hasan. “İbn Rüşd’ün Te’vil Anlayışında Metodoloji Sorunu”. Marife: Dini Araştırmalar Dergisi-Bilimsel Birikim 10/3 (2010), 171-198.
Okumuş, Mesut. “İbn Rüşd’ün Tevil Anlayışı ve Aktüel Değeri Üzerine”. İslami İlimler Dergisi 4/1-2 (2009), 215-239.

Ormiston. Gayle L. – Schrift Alan D. “Hermeneutiğe Giriş”, Hermeneutik ve Hümaniter Disiplinler. trc. Hüsamettin Arslan, İstanbul: Paradigma Yay., 2002.
Öner, Necati. Klasik Mantık. Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yay., 1991.

Taş, İsmail. “Ebu Süleyman es-Sicistani ve İbn Rüşd’ün Düşüncesinde Felsefe-Din Münasebeti”. Doğu-Batı İlişkisinin Entelektüel Boyutu İbn Rüşd’ü Yeniden Düşünmek: İbn Rüşd I, Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi Yay., 2009, 163-190.
Tokat, Latif. Din Felsefesi Yazıları. Ankara: Elis Yay., 2015.

Uludağ, Süleyman. “Giriş İbn Rüşd Hayatı-Eserleri-Görüşleri ve Felsefe-Din İlişkileri”. Felsefe-Din İlişkileri (Faslu’l-Makâl el-Keşf an Minhâci’l-Edille içinde), trc. Süleyman Uludağ, İstanbul: Dergah Yay., 2012, 11-45.
Uludağ, Süleyman. “Nur”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi 33: 245-246. Ankara: TDV Yayınları, 2007.

Wittgenstein, Ludwig. Philosophical Investigation. Trans. G. E. M. Anscombe, Oxford-Cambridge: Blackwell, 1996.
Yâsin, Ca‘fer Âl-i. el-Fârâbî fî ḥudûdihî ve rusûmih. Beyrut: y.y. 1985.

Yavuz, Yusuf Şevki. “Te’vil”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi 41: 27-28. Ankara: TDV Yayınları, 2012.
Yavuz, Yusuf Şevki. “Cedel”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi 7: 208-210. Ankara: TDV Yayınları, 1992.

Yavuz, Yusuf Şevki. “Burhan”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi 6: 429-430. Ankara: TDV Yayınları, 1992.

Makalenin İngilizcesi ;

According to alchemy, the “Philosophy Stone” is a stone believed to turn anything it touches into gold. Many formulas and trials have been made in order to have this stone. It has been seen as the key to the alchemists’ two great goals. These two goals are to turn matter into gold and find immortality. It is thought that this stone turns every substance it touches into gold, and the elixir obtained from this stone provides immortality. In esotericism, it is the stone of mind and wisdom hidden in man. It is the guiding stone in our search for the truth born of God. The way to reach the philosopher’s stone is to search for it. The search and the path are more important than the stone or the treasure itself. The goal is to be on the road.”
“According to the philosophy of alchemy, the philosopher’s stone is a symbol of enlightenment. The main purpose of alchemists is to find the philosopher’s stone. To find this, they constantly purify and distill stones with fire. They combine stone and stone and work on them, and they know that when they purify the stones with fire, it is their own souls that they purify, not the stones. Eventually, it is claimed, the stone reaches its most perfect state, namely the philosopher’s stone. While the philosopher’s stone offers immortality, it also has the opportunity to turn every substance into gold. This is actually a symbolic statement. The alchemists purified their souls with fire, which is the symbol of purification, and aimed to reach the ultimate wisdom and enlightenment. Gold is a symbol of wisdom and enlightenment. That’s why the philosopher’s stone describes a person who has become enlightened, wise, and has reached “O”.
In this context, the “Philosophy Stone” gains the meaning of consciousness that brings the absolute and divine substance. Likewise, drinking the elixir and attaining immortality means understanding that the soul is immortal. So, the person who wants to find the divine essence within himself, just like the purification of matter, must turn into himself and purify himself and reach the hidden “philosophy stone” within him. The methods used in alchemy esoterically represent initiation (enlightenment, going through esoteric stages) with this meaning.
“Human consciousness has never created a greater mystery than the so-called Philosopher’s Stone. Setting out to find this miraculous stone is like searching for a chest full of gold behind the rainbow told in fairy tales. Those who try to solve this mystery expect the same end as those who try to answer the Sphinx’s question. However, hints and allusions to be found in the works of countless mystics suggest that this secret is known and understood by many, a simple secret that, like the famous riddle of the Sphinx, is very easily revealed once you have the key…”
The great sphinx, 54 meters long, 20 meters high, stretching in the west-east direction, overlooks the Nile River, and it is a giant guard, the first structure that those who come by the river see in the Giza complex. The famous sphinx stops the travelers and asks them his famous riddle. The answer to this riddle is also humanity’s most famous mystery. The riddle is this: “Which creature walks on four legs in the morning, two legs at noon, three legs in the evening, and the more legs the weaker it is?” Answer: “Human”. There is one more answer to the Sphinx riddle. This answer is related to the Pythagorean number theory. The number 4 represents the ignorant person, the number 2 the educated person, and the number 3 the spiritual person. Mankind in infancy walks on all fours, mature man walks on two. The liberated and enlightened mind adds the staff of wisdom to its two feet. The sphinx is thus the mystery of nature, the embodiment of secret teaching. Anyone who cannot solve his riddle will perish. To cross the sphinx is to attain immortality.
“As if all the sages were unanimous, he says that what is called the Philosopher’s Stone is something that “everyone looks at, but few see.” Again, they say that it is a common element, or rather that it is the essence of all elements, Fire, Air, Water and Earth, that it is in everything, and in some things it is more than it.
Pythagoras says in his Fourth Tablet: “How beautiful is the unity of the sages in the midst of all differences of opinion! All of them say they made the Stone out of what the common people see as the meanest thing on earth. Indeed, if we uttered the familiar name of our commonwealth, they would be astonished at the audacity of our ignorance. But if they knew its influence, they would never have thrown aside this most precious thing on earth. God has kept his secret from sinners and evil people so that they will not use it for their evil purposes.”
“People can generally be divided into two classes on this issue. Those who have not heard of the Philosopher’s Stone (which are the commoners) and those who have heard of it somewhere and see it as a medieval fairy tale or fraud. “Only cultured people like to learn. the ignorant; he prefers to teach…” says Edouard Le Bergguier. Few take the matter seriously and believe that the Stone exists and that it is possible to make it. According to another distinction, believers are also of two classes: those who see it as something metaphysical and those who see it as something physical.”
“All occult definitions of minerals, metals, salts, solutions, and principles that look into the narrative look at them as metaphorical expressions of certain mental and spiritual states and states. “Imagination is Thor’s Hammer, beating the sky and sparking lightning bolts from it every time he fights. It is impossible to understand or have any reasonable idea of ​​the Philosopher’s Stone unless the imagination unfolds itself with the aid of a process.
It is also called wisdom stone and light stone in different sources. It is believed to have been preserved in a forbidden area called the square of truth in ancient Egypt. It is the esoteric wisdom and mind stone that we can seek and find within us, which is tried to be explained with “Visita interiorae terrae rectificando invenies occultum lapidem” (vitriol). It is a combination of intelligence and wisdom. It is first mentioned by Zosimus in the 3rd century.
“Ordinary reason is satisfied with seeing the Philosopher’s Stone as mere conscience. But no one can see conscience as a panacea for ills. It can even be said that conscience is an indirect cause of diseases only to the extent that it is a state of mind that fears evil and broods over evil, and therefore supports evil.”
“In the search for the Philosophy Stone, we can say that in the beginning nothing is more important than common sense and reason. Do not expect any sage to write plainly about it. If you yourself become a sage, you keep the secret. This subject is such a subject that its knowledge guarantees its protection. No one tells others something that they know will stall their progress in life or jeopardize their personal development. No sane person would run and tell everyone when they found a mine. Hz. Jesus says that the person who finds a precious stone will run and buy the field.”
“Throw pearls in front of pigs and don’t give roses to a donkey.” der Christian Rosenkreuz. “Here, more than anywhere else, silence, secrecy, and concealment are expected of the newcomer. What good would it do you to shout such things from the roof of the house? What happens if you throw pearls in front of pigs? Sleeping people are like pigs and are happy to devour, it is these people who are ready to turn their backs on you after you feed them and tear you apart. “Be cunning as snakes, harmless as doves.”
“The reason why the stars direct people’s lives is not in the planets, but in their correspondence with some alchemical processes in man. The effect of the macro on the micro. The Philosopher’s Stone can be seen as a fact or reality.” Boehme gives some very clear clues about “the most ancient, natural, celestial, incomprehensible, consecrated, triple, Universal Stone of the sages.” The reason it is called a stone is because first of all, the original material of the stone is indeed a kind of stone, which can be hammered and pulverized into its three elements. In addition, it can be turned into a wax-hard stone again with the skillful hands of the artist and the compensatory hands of Nature.
“Naturally, the student or the seeker of this secret should find the “One Thing” mentioned first and not stop searching until he is sure he has found it. It seems that this thing is called by a thousand different names. Of course, the purpose of these names is not to hide it, but to reveal it. The student should not forget that each “name” given to him describes a certain quality, state or appearance of the substance, so that it can be recognized more easily. This substance has never been named by its real name, or rather by its common name. Sulfur and Mercury (mercury) are perhaps the most sought after substances because they are mentioned the most in books.” Alchemists believe that everything follows spiritual law and is transformed by heat.
“The two bodies referred to as sulfur and mercury are the masculine and feminine principles of the mixture; they are called “Sun and Moon”, that is, “Sol and Luna”. It is clear that the Stone enters all known forms. It is solid first, then liquid, then gas, and finally a powdery essence, the fifth element, unlike anything known to modern chemistry. It is the actual reproduction and maturation of the process that occurs in a sprouting seed or a brooding egg.”
“Forty days of chemical digestion of the Stone and forty days of rain in the Flood, forty years of wandering in the desert, Elijah’s forty-day escape from Ahab, Jesus’ forty days on the mountain, his forty hours in the tomb, after his resurrection, he told his disciples. He associates it with the forty days that we encounter in spiritual examples such as his appearance after forty days. This and many other similar events are very meaningful.”
“We often come across the number seven in alchemical recipes. There are seven phases, seven colors, seven metals and seven planets. The work started with Saturn, that is lead, to Jupiter, that is tin, then to Mars, that is iron, from there to Venus, that is copper, from there to Mercury, that is, to mercury, and finally to the Moon, that is, silver and the Sun. i.e. it goes under.”
“The great secret that surrounds everything we see in nature is the life force. Even the smallest particles of matter that scientists have discovered have the qualities of life.
Formality only manifests itself under a certain condition, which we can best express with the term “polarization”. Matter exhibits its life qualities only when positive and negative electric forces are involved. This is indeed the secret behind the manufacture of the Miracle Stone. The substances that make it up remain dead and inactive for centuries. Indeed, they will continue to sleep in this way unless the magnetic creative forces inherent in it are stimulated and activated with the right polarity. Matter and spirit are separate things, and life is a combination of the two.” However, this separation can be thought of as two ends of the same.
“The marriage of Hermes and Aphrodite, Wisdom and transcendence, embodies this hermaphrodite, all principles in One. There is as much difference between rough Mercury in the initial stage of manufacture and the final stage of the same thing as there is between black coal and diamond. However, in Alchemy it is known that one comes from the other, just as the Perfect Stone is obtained from rough Mercury. Spiritually, Mercury (i.e. Mercury) is seen as “the cupbearer, the messenger of the gods,” just like the ancients.”
“Saturn, the ancient, is Time. The myth of Saturn, which devours its children one after another, is another story about the making of the Stone. According to this legend, when he was about to swallow Jupiter, his wife Rhea gave him a Stone to eat, Jupiter was kidnapped and raised by two nymphs. These fairies are the “two doves of Diana” that are often mentioned in alchemical literature. They represent the spiritual, working principle of the two sulfurs. They shuttle back and forth to enlarge, “feed” the stone represented by Jupiter, the god of wealth and good fortune. The word Jupiter comes from the word Ju, Lu meaning good. Piter or Petros means “stone”. So the word Jupiter means “good stone.”
“In the making of Stone, Saturn corresponds to the cold, damp principle that contains Mercury Water (Mercury Water). Jupiter is the hot, dry principle, namely Sulfur. During the whole work one of these principles prevails over the other, just as in human life. For man is nothing but a developed example of the Stone. He is the Macro cosmos, and the Stone is the Micro cosmos. There is a miraculous similarity between these two. This is why the Stone is so close to man and is good for all his ailments. Whoever wishes to uncover this treasure must voluntarily fulfill all the requirements for mastery.”
“If this legend did not contain a secret, other than being a simple historical event, it would not have been passed down from generation to generation and would not have remained in memory for centuries. But the strangest thing is that this story, handed down from generation to generation and eventually written down, continues to attract attention, even though no one knows its meaning. It’s just like the “Santa Claus” story. When this story is analyzed as well, it is seen that it is another variation of the story of Solomon.”
“The sages use colors and metals as well as planets to express the various forms and states of matter, which they unanimously claim to be the One Thing. Thus matter is called Saturn while in the Black State. Since Saturn is the same as Kronos, i.e. Time, they give us the symbol of the Father of Time, who is dragging a wooden leg behind him. Every detail of this symbol is important to the process.”
“Another famous writer calls this Article in black form, “The King’s chariot, antimony.” (Tarot Card). It is called so because of the brilliance of the dark formed after solution. Because this person knows what it means. Paracelsus says that ignorant people often take stones more expensive than a cow and throw them away. This is word for word true. So much so that this word of the alchemist becomes a key to Art itself.”
“Ars Manga: It means great art. The meaning of the word is great art (great art) and expresses the way to the last point reached in alchemy (the ability to make a philosophy stone). This stone can turn matter into gold, and with the elixir obtained from it, a person can attain immortality. Just as the disease and dirt in metals are destroyed and gold is revealed, after a long period the divine substance in man can be revealed and the person can work for good. Ars Magna can also be used for man in this respect, in this sense it also represents esoteric initiation. With Ars Magna, man can unite with God and get rid of the bonds that bind himself to matter. It is the path to the final point in alchemy. “
The philosopher’s stone is a legend that has inspired many fictions such as Harry Potter, who speaks about this stone properly. “It is peculiar to the world of the alchemists. Its foundations are based on ancient Egypt and the Middle East. In the 8th century, an alchemist named Jabir Ibn Hayyan evaluated metal elements according to the Aristotelian classification. This evaluation has four parameters (temperature, coldness, wetness, dryness). Since each metal differs in proportion to its possession, achieving this differentiation meant being able to transform one metal into another for alchemists. The substance that would mediate this was a potion;
A red powder obtained from the powder of the “philosophy stone”. The Swiss alchemist Paracelsus brought another definition to the philosopher’s stone, approximately 8 centuries later: a substance from which the substances that make up the universe, which are considered to be the four main elements (fire, air, earth, water), emerge.”
As it is known, bigotry is not only in the field of religion. Contemporary dogmatics, as we often come across in our time, became the fathers of bigotry. “Alchemy” is widely seen in these circles as an unfounded superstition or, at best, an interesting transitional period before the development of chemistry. Little is known that alchemy was taken seriously by such people as Thomas Aquinas, Isaac Newton, Robert Boyle, and that there were important links between alchemy and medieval philosophy and religion. An alchemist is known as someone who tries to produce gold. Of course, there were many people engaged in this business. But there were other high-minded and intelligent people as well, whose chemical processes to obtain gold were actually symbolic, and the intended result was not to obtain gold, but to discover the ‘Philosopher’s Stone’. In researching it, the alchemist was attempting to liberate the spirit he believed was hidden within matter, and by doing so, he was, in a way, building the bridge between spirit and physical reality.” Spirit, soul and matter; As it is said, the soul is the face of the soul that looks at matter. A 15th-century writer said: “Only he who knows how to make the philosopher’s stone knows the meaning of the words about it.”
“Fire; Throughout history, it has been seen as a symbol of divine power. According to Heraclitus, everything came from fire and will return to fire. Fire is the tool of transformation. Therefore, it acts as an intermediary between other elements. The color of fire is red and contains an element of masculinity. Fire symbolizes light because it gives light. It also had a tormenting role, as it was a burning fire. There is also a destructive and destructive side. Therefore, it has a high side that is symbolically expressed as purification and enlightenment, but also a low side that symbolizes passions, torment and destructiveness. The higher element represents the sun and the lower element represents the planet Mars. It also symbolizes the divine radiance of man.
Water is opposite to fire. Contains the female element. Because of its reflective power, the ancients considered it a symbol of wisdom. Other characteristics are coldness, secrecy and sleep. Fire and water symbolize the subconscious. Fire contains the Sun, which rules the day, and water contains the Moon, which rules the night. Water is changeable and exhibits the influences around it by absorbing it. Therefore, it can be life-giving or poisonous. It can be a cleaner or a pollutant. But in its pure form it is simply life-giving and purifying.
Weather; contains elements of fire and water. The air symbol is an equilateral triangle with a line in the middle. Air is an element in itself and contains the neutral principle. The air is active and thin. In general, it represents the mind and symbolizes the mental world.
Soil; According to some views, it is not a real element and is a mixture of three other elements. However, it is included in the elements in accordance with the tradition. Soil is the basis of material existence and is practical. Soil symbolizes fertility and gain.”
“Alchemists, adhering to the old idea, accepted the existence of four elements: Fire, Earth, Water, Air. These elements represent some properties beyond the meanings we know. According to alchemy, the two visible elements, Earth and Water, contain two invisible elements: Fire and Air. Apart from that, according to some alchemists, there is a fifth element, which is Ether. Ether also acts as a mediator between the body and the soul. According to the concept called the Platonic cycle in alchemy, there is a constant transformation between the elements. Fire turns into Air, Air into Water, Water into Earth, and Earth into Fire, and this cycle continues in this way.”
Sunay Demircan says in one of his articles: “Alchemists have accepted the existence of four elements: Fire, Earth, Water and Air. According to alchemy, the two visible elements, Earth and Water, contain two invisible elements: Fire and Air. Apart from that, according to some alchemists, there is a fifth element, which is Ether. Ether also acts as a mediator between the body and the soul. According to the concept of the Platonic cycle in alchemy, there is a constant transformation between the elements. Fire turns into Air, Air into Water, Water into Earth, and Earth into Fire, and this cycle continues in this way.” Both “Water” and “salt” were counted as symbols in each esoteric teaching. They are referred to as the symbol of the greatest balance. The best burning (Hydrogen) and the best burning (Oxygen) come together and become the best extinguisher (Water). Or Sodium or Chlorine, which will cause harm when exposed alone, combined with Salt; They become one of the most important elements of life.”
“H2SO4; The distribution of sulfuric acid molecules is as follows: Greenish sulfur (sulphur) in the middle. The red balls attached to sulfur in the upper left and right are oxygen molecules. Oxygens bound to sulfur at the bottom.
reserved for keeping When six balls come together (as a result of raising sulfur with oxygen), an oily liquid emerges. We know this liquid as sulfuric acid, but its real name is Vitriol. It is known that vitriol has been used since the Sumerians. Chemistry is the foundation of the industry; What does it do? It purifies. For example, it separates unwanted substances from petroleum in the form of tar, extracts special gasoline, kerosene or cleans the surfaces of metals. One of the three basic elements of alchemy is sulfur, the others are salt and mercury. Sulfur=pyramid, fire, sun, man, square. Salt=cube, moon, earth, neutral (gender), leveling. Mercury = sphere, Venus, water, female, plumb. This is the marriage of duality, the chemical wedding.” Master Sunay Demircan says: “Feminine side on the left, mercury, moon and pelican; the masculine one on the right, the sun, sulfur, the fire bird Phoenix. The transition from duality to unity.” “That bird has one heart, like a double-headed eagle. Despite its double head and different wings on both sides, it is one heart.”
Hermes symbolizes intellect and its freedom. In alchemy, Hermes has a mediator and complementarity function between oppositions, just as mercury (Mercury) plays a reconciling role between salt and sulfur. “An important distinction in alchemy is the feminine/masculine or female/male distinction. Some alchemists defended an idea from the Ancient Age and claimed that God was a hermaphrodite before creation and was separated into male and female with creation. Accordingly, the Sun is masculine and the earth is feminine. In fact, the feminine trait is most evident with the Moon.”
Another duality in alchemy is the macrocosm – the microcosm. The similarity between these two is also expressed in the emerald tablets, as we have seen before. Another view is that the birth of man is similar to the birth of the universe. Another important concept in alchemy is trinity alongside duality. Robert Fludd, one of the famous alchemists, said, “There are three worlds: the world of archetypes, the macrocosm and the microcosm; that is, God, Nature and Man. ” he says.
“This triad also appears in the elements. Just as there is a trinity in God, there is a trinity in man as soul, soul and body. The reflection of this in the world of elements is in the form of Sulfur, Salt and Mercury. What needs to be understood here is not sulfur, mercury and salt as we know it, but the principles they represent. In fact, sulfur and mercury are two opposite principles, with salt representing the middle between them. Sulfur represents the active and is masculine. Mercury, on the contrary, represents the passive and is feminine. Salt, on the other hand, is a combination between the two and acts as a binding agent, connecting the body and the spirit.”
“When we look at the practice of alchemy, the esoteric aspect emerges. These stages are actually the distance the candidate has traveled on the path of initiation. In the first stage, the contemplation cell where the outside is taken inside is black. Just like the black work in alchemy. The external is entering a new life here. The exterior is raw, unrefined, not chipped. It started to rot from the moment it was taken inside. Change has begun. The substance dies. In the second stage, he attains Nur. This is white in alchemy. A worthless metal is in the process of becoming gold. So the purification has begun. He travels and knows himself in his own self, which is called the underworld. He has moved away from all superstitions and bigotry. It reveals the evil and goodness in its essence. He began to distance himself from selfishness. In place of the killed substance, a new element is added. The substance is ready to gain its new identity. The third stage is to reach the red work by capturing the philosopher’s stone.
For the alchemist, the goal is to obtain the philosopher’s stone. However, achieving this is a long and arduous task. The alchemist has to choose his “First Substance” carefully, which he will go through long processes. The first item, called “Materia Prima” in Latin, is of great importance for the success of the study. In practical alchemy, the first substance that usually corresponds to mercury as volatile and mobile, and esotericly represents the apprentice, the imperfect person to be initiated.
V.I.T.R.I.O.L. The sentence “Visit the depths of the world and you will find the hidden stone”, which is described with the word “Visit”, actually means that man will find God, the divine within himself. The esoteric interpretation of this expression is that each person will find the Light of Truth, in other words, God within himself. The God-Man-Universe trilogy is identical. The death of a person cannot cause the destruction of this knowledge. The immortality of knowledge is as certain as the immortality of the soul.
“Visita Interiora Terrae: Curl into the earth, travel into it. Rectificando: Refine it, boil it at high temperatures and decompose the other ingredients in it. Invenies: Find. Find it. Occultum: mystery, that is, mysterious. Lapidem: Stone, but philosopher’s stone. Invenies Occultum Lapidem: Find that mysterious stone.” “Turn inward in the soil, find the mysterious stone, rectify it; purify. When we look at the hermetic period, there is a concept: lapidem; philosopher’s stone. Turn inward, turn inward. k of existence
This suggestion talks about finding and extracting something in himself, it doesn’t say make something that doesn’t exist, it doesn’t say invent. There is such a thing in your own land (in your being, in your being) that when you find it and bring it out, it says that it is the sought.”
Metin Bobaroğlu says: “Some esoteric ancient ways say, “Find the lost word.” You look, V.I.T.R.I.O.L. Which word is lost in it? It overflowed. We found the lost word, lapidem. What will I do with it? This is a raw stone, raw in the ground. Take it. For example, a piece of marble; take it and rectify it. Separate the marble from the other parts, turn it into pure marble. I brought it, okay? No. Find the lost word in this now. How will I find it? We found the marble, we purified it. He said secretly; occult It’s not that secret, that’s the stone you know. Then find the possibilities of this stone, extract it. That’s what’s hidden. What is this marble possible for? Let me explain with a facilitating example: For example, a piano. They put a piano in front of us; piano instead of marble. They say: “Find out the mystery inside this piano.” Our artists are starting now. I guess this isn’t bad; put it aside, a composition. Still searching, searching, searching. This is probably better! If he doesn’t do it again, he’s looking for one. He takes it out and does it again, takes it out and does it again, takes out the possibilities inside the piano, puts it in, I wonder if that was it. Not bad, but no. He’s looking for it once again… It’s the sculptor’s job to extract all the possibilities in marble. Therefore, we are talking about a never-ending quest. The lost word is constantly sought but never found. Since it was never found, this search means continuous production, continuous development, continuous exploration of human potentials. Outside, it can be a piano, it can be a painting, it can be a sculpture. Among all this production we do, we try our own possibilities, the possibilities of this stone, that is, of ourselves. What’s in it, what can it do? When we look at the whole history, he has done amazing things, it doesn’t end, what else is there interiora terrae? This rectificando is an endless symphony!” “This stone, called the Philosophy stone, has been the symbol stone of the target of all occult systems, starting with the Alchemists, and has been the target of initiation with the symbol VITRIOL. Just as the initiation process is symbolized as the transformation of a rough stone into a cubic stone, the emerald tablet symbolizes the initiate who has turned into a perfect human.”
According to Jung, Phoenix’s story is the path to the discovery of “Self”. In the work called “The Alchemist”, the consciousness of “being the master of oneself” is explained. The alchemist says: “Traveling is a method of learning. He teaches us what we need to know.” The traveler, who is looking for the hidden treasure, passes through great tests and overcomes obstacles, reaches his own self, regains consciousness and finally finds his “own treasure”. He realizes that the country to be discovered is man himself.” The Emerald Phoenix is ​​the symbol of the achievement of alchemical transformation, which corresponds to the renewal process of man. It is said, “The mind discovers the way, while the heart helps the mind to find the key.”
V.I.T.R.I.O.L. The term alchemy also denotes the same address. It is a vertical movement downwards. The return is again vertically to the surface with completion. Vertical journey is very important for those who can rebirth and return to themselves, who can be born from their own anima/animus, who can be reborn and completed from the womb of the mother goddess, mother earth, deep in the earth. Many hesitate to descend, turn their backs on what they meet, do not face themselves objectively, and lie to their mirror image when they turn. Here is the difference of the alchemist. He has become the master of both the conscious and unconscious worlds. He comes out of that symbolic cave, hell, the well of Gayya, the test as a symbol.”
Obtaining “Primary Matter” in alchemy does not mean obtaining the ore from which all metals are derived, but attaining the initial state of the spiritual being, that is, the state of pure consciousness before being born in the material world. The soul’s face that looks at matter, the “Nafs”, is enjoyed. The sought-after Philosopher’s Stone is not beyond, but inside the person himself, in his heart. The philosopher’s stone gains the meaning of consciousness that brings the absolute, the divine essence. So, whoever wants to find the divine essence within himself, he must purify himself by turning within himself, just like the purification of matter, and reach the hidden Philosopher’s Stone within him.” It is born of itself while living. “It’s not about going to heaven, it’s about turning your place into paradise.” says Renkin Sakaoglu.
This philosopher’s stone is nothing but the Truth. The Great Work is performed on the researcher himself, with constantly renewed efforts, in order to reach the pure soul of man in which the Divine Truth is contained. Here, the hallmark is the one who seeks the philosopher’s stone.
“The Phoenix completes the soul development process. Zümrüd-ü Anka also makes her own tomb, her nest, and burns it to ashes. But it is resurrected from its ashes. He has so integrated his being that he is no longer dependent on his physical body as the basis of his being. He is now in the security of the spiritual, in this sense he is attached to the Spiritual Self, He has reached the Philosophy Stone, who has fully explored his inner world.”
It has been said that “not being admired is a great cruelty for a Phoenix”. Anka says “decide”. To start over for a new humanity, civilization, a new self is to be reborn. It is the process of change and transformation of the individual. To set out to seek oneself is to climb the symbolic mountain. The mountain is the meeting of the sky and the earth, that is, Mount Kaf. Phoenix is ​​at the heart of the philosopher’s stone. It is the symbol of spiritual change. “Iranian symbolism uses the symbol of Mount Qaf to describe the process of the soul’s raising to consciousness. The peak of the mountain is considered the highest center of the human spirit. At the top of Mount Kaf is an emerald rock that turns the skies green. The holy spirit resides here. The emerald is the symbol of the universal spirit.”
The philosopher’s stone is a symbol of enlightenment. In a sense, the symbolic philosopher’s stone is self-judgment, conscientious reckoning, that is, a symbolic descent into hell and a second birth while living. Self-knowledge is chipping away at the philosopher’s stone. Self-knowledge is going from opposites to complementarity, that is, to good, true and beautiful in the way of balance. A person who knows himself fully will realize that God is manifest in his own conscience. Here is the Philosopher’s Stone sought.
According to some researchers, the Holy Grail is the famous “Philosophy Stone”.
“The Golden Triangle evokes the philosopher’s stone and the V.I.T.R.I.O.L. Just like going underground to find the Philosopher’s Stone, it was dug out of the well, that is, underground, in the Golden Triangle. Expressions such as underground and well here symbolize the inner human, the spirit world and secrets. These always lead us to find our own essence. Then, for evolution, the secrets of the Golden Triangle must also be investigated. For example, the ends of the triangle; It can be thought of as Body-Soul-Essence. From the body to our soul, we reach our essence, that is, our true identity. The Philosopher’s Stone may also be a premonition of antimatter, which Dan Brown, who is currently being researched by Cern on a budget of a fortune, often features in his novels.”
Our philosopher’s stone is the apex of the pyramid whose base represents the Self. It is the “I am” stone. In Ancient Egypt, there is the “I Am” stone on the Sacred Column of Atum. It is a stone of cosmic origin. It is also thought to be similar to the black stone in the Kaaba. This stone and column stands in the Phoenix Temple. Since the spirit of Osiris is identified with the Phoenix, the “I Am” stone expresses its seed and symbolizes the power that created Horus in the womb of Isis. I is always attracted to “He”, so circumambulation clockwise is present in all traditions. The same rule exists in the subconscious, its center is He.
The Sphinx is nature itself, that is, the earthly Isis, in the unity of the living realms. Isis is the image of the Great Work of the wise man, the Philosopher’s Stone, the Elixir of Life. The virgin of the world is pictured between or above two pillars. Showing reason and intuition (micro and macro cosmos), these pillars symbolize the fact that nature reaches fertility through the poles. As the personification of wisdom, Isis stands in the middle of the columns of opposites and shows us that understanding is always at the point of balance, truth being crucified in the middle of the dual structure, seemingly against each other.
Nothing human should surprise the traveler in search of the Philosopher’s Stone; While the ego is set on the back and forth command seat, the soul cannot be “ego”. Those who feed on the fight, the hypocrites, the greedy, the money-position crazy, the intolerant disrespectful, the immature people dominated by jealousy and envy and surrendering to pure ego control are many in number. As Hikmet Nahas Keskinege said: “The important thing is to filter the orders of the ego, which works in the same way in every human being, and to activate the super-ego, which restrains it. The superego develops in the frontal lobe of the brain. This lobe is also known as the civilizational lobe. People who can develop their forehead lobes are also people who can say that my forehead is open.”
The path of wisdom is the “golden middle path”. This is the famous “middle way”, which is recommended in all ancient cultures and societies, where excesses are warned. It is the way to go up and down the stairs with common sense, moderation, composure, tolerance and care. Moderation is the state of living in a balanced and controlled manner in emotions, thoughts and behaviors. None of the ancient esoteric teachings favor extremism. Change is from the inside out. The Philosopher’s Stone also symbolizes the mystical marriage between the micro and macro-cosm, the Inner and the Outer Worlds, and the “Mystical Marriage” is initiated within us. The esoteric view of the Whole allows us to break through our veil that thickens, solidifies, and materializes.
“Those who are opposites in the finite reach unity in the infinite. He has found the original substance, the “Materia Prima” in alchemy. This is the adventure of a person who searches for his soul, in Jung’s words. The journey continues with a new impersonation. The study will be not only by reading, but also by living and feeling deep thought journeys within ourselves. Thinking on thinking is contemplation. It is descended to the depths by passing through the wells and steps.
I, which purifies it of metallic metals and is freed from the pressure of the shadow, will be able to enter into a dialogue with its other parts, the Twin, anima/animus. The philosophical wedding, the chemical wedding, right here in this integration.”
In the Hero’s Journey, “lost treasure” is never found. When it is thought to be found, the doors of a new adventure open up because the search never ends and this supports continuous production, continuous effort, and orientation towards the good, the right and the beautiful. That’s why the journey is a never-ending symphony from beginninglessness to eternity… The treasure the hero is after is himself, and he will continue to work for something better as he finds it.
The one who seeks the philosopher’s stone is both a transformation, a transformer, and a transformative. For the alchemist, true alchemy is in man’s inner nature. “Philosophy stone is the stone of mind, the stone of life that we must seek and find within ourselves in order to discover the fundamental secrets of the universe, to turn death into life instead of the mediocrity of turning metals into gold, to purify the soul and reach a higher consciousness… It is the key to progress on the path of wisdom.”
The real human being is “a Microcosm that embraces the Macrocosm in itself”. The stone is us; we are inside it, we are the one who transforms and changes, who carves himself or who is chipped, who is more perfect, who is stronger, who is on the way, and who is on the way…
” Timeo homini uni librium” “I fear the man who has only one book.” (Latin phrase)
“The book that should be read is ourselves. Other books are read to learn to read ourselves.” Erhan Merdanoğulları
Berk Yuksel
References:
http://www.felsefetasi.org/ Philosopher’s Stone E-journal
http://en.wikipedia.org/wiki/Felsefe_ta%C5%9F%C4%B1
http://www.hermetics.org/Felsefi_Simya.html
http://www.gnoxis.com/felsefe-tasi-39364.html
Philosopher’s Stone: The Disappearing Word; Metin Bobaroglu
http://www.anadoluaydinlanma.org/Yazilar/kaybolan_kelime.pdf
Secret of the Prophets Philosopher’s Stone; Delmar DeForest Bryant; Mitra Publications;
http://www.hermetics.org/Simya.html ; Erhan Altunay
The Problem of Religious Language in the Context of the Relationship between Religion and Philosophy in Ibn Rushd’s Thought
The linguistic expression of the relationship of temporal and spatial existence with temporal and spatial entities has always been the subject of discussion. The real problem here is how to understand the expressions in the scriptures that express this relationship. For the majority of theist thinkers, although there are those who think differently, such as Karl Barth and John Hick, the statements in the holy books are absolutely correct and express certainty. Logical positivists, on the other hand, did not find religious expressions and propositions meaningful on the grounds that they do not correspond to factual reality. Symbolic, analogical, pure and simile language understanding are the doctrines that emerged as a result of the effort to produce answers to these questions. In this study, we will focus on the views of Ibn Rushd, who had a significant impact on both Islamic and Western thought, on the language of religion. Within the framework of his views, we will seek answers to the problems of the possibility of linguistic and logical analysis and criticism of religious propositions, the extent of the relationship between the language of religion and the language of “everyday language and science”, and whether it has a cognitive quality. Ibn Rushd, who did not find it right to compare religion and human disciplines, stated that sacrificing one of them for the sake of the other would cause serious consequences. Our thinker, who is in favor of using the pure language at the point of eliminating the deficiencies and deficiencies from God, has applied to the analogical language in the adjectives that God is characterized by the qualities that people have. His suggestion that the context in which the concepts are used should be taken into account while determining the meaning of the concepts appears as one of the basic principles of Wittgenstein’s language game theory. Again, the guidance of his thoughts in hermeneutics becoming a philosophical discipline dealing with the nature of understanding and interpretation is undeniable.
references
Altintas, Ramadan. “Ibn Rushd’s Understanding of Religion and Criticism”. Islamic Studies 15/3 (2002): 399-416.
Arican, Kazim Musa. “Ibn Rushd’s Teaching of Truth: The ‘Double Truth’ and ‘Unity of Truth’ Debate”. Cumhuriyet University Faculty of Theology Journal 12/2 (2008): 225-252.
He looked, Ahmet Selman. “Is it Permissible for Philosophy to Treat Truth?”. Studies in Religion and Philosophy, 1/2 (2018), 157-182.
He looked, Ahmet Selman. “The Role of Being Human in the Legitimacy of Comparison and Analysis of an Anti-Comparative Mentality”. Sakarya University Faculty of Theology Journal 32/17 (2015), 1-23.
Clack, Beverley. -Clack, Brian R. The Philosophy of Religion, A Critical Introduction. Cambridge: Polity Press Cambridge, 1998.
Cürcânî, Sayyid Sharif. et-Ta’rifat. Egypt: c. century, 1938.
Duran, Asim. “The Enlightenment and the Historical Transformation of Biblical Interpretation”. Journal of Theological Studies Academic Research 17/2 (2017), 111-128.
Abu Zayd, Nasr Hamid. “Hermeneutics and Textual Interpretation”. trc. Muhammed Çoşkun, Journal of Marmara University Faculty of Theology 46 (2014), 237-266.
Gemuhluoglu, Zeynep. Interpretation as Theology. Ta’vil in Ghazali and Ibn Rushd. Istanbul: Iz Publishing, 2010.
Gemuhluoglu, Zeynep. “The Cognitive Contents of Metaphors
His Analysis in Terms of Philosophy and Poetry -Fârâbî, İbn Sînâ and Rüşd Examples-”. Journal of Marmara University Faculty of Theology 34/1 (2008): 121-144.
Inwood, Michael. “Hermeneutics”. Concise Routledge Encyclopedia of Philosophy. London and New York: Routledge, 2000.
Ibn Rushd, Abu’l Walid Muhammad. Tahafutu’t-tahâfut. Pleasure. M. Abid al-Jabiri, Beirut: Center Dirasati’l-Vahdeti’l-Arabiyye, 2008.
Ibn Rushd, Abu’l Walid Muhammad. al-Keşf ‘an menâhici’l-edille fî ‘akâidi’l-mille. thk. M. Âbid el-Câbirî, Beirut: Center Dirâsâti’l-Vahdeti’l-Arabiyye, 1998.
Ibn Rushd, Abu’l Walid Muhammad. Faslu’l-makal fî mâ beyne’l-hikmeti ve’ş-şerî’ati mine’l-ittisâl. Thk., Mohammed Ammar, Cairo: Daru’l Mea’rif, 1983.
Ibn Rushd, Abu’l Walid Muhammad. al Bidayetü’l-mujtehid ve nihayetü’l-muktasid I. Nşr. A. Ahmed, A. Mahmud, Lebanon: y.y., 1996.
Ibn Rushd, Abu’l Walid Muhammad. Tafsîru mâ ba’de’t-tabîa I. Thk. Maurice Bouyges, Beirut: Daru’l-Maşrik, 1991. Isfehani, Ebu’l Kasım Hüseyin b. Mohammed Ragib. al-Mufredât fî garîbi’l Qur’an. Istanbul: Hero Pub., 1986.
Karlık, H. Bekir. The Islamic Thinker Enlightening the West, Ibn Rushd. Istanbul: Mahya Pub., 2014.
Karlık, H. Bekir. “Ibn Rushd”. Turkish Diyanet Foundation Encyclopedia of Islam 20: 257-288. Ankara: TDV Publications, 1999.
Kaya, Mahmoud. “Oratory”. Turkish Religious Foundation Encyclopedia of Islam 18: 156-158. Ankara: TDV Publications, 1998.
Kilic, Recep. “On the Concept of Divinity in the Qur’an”. Being, Knowledge, Human, ed. Yusuf Şevki Yavuz, İstanbul: 29 Mayıs University Theory Publication, 2017, 185-232.
Koc, Turan. Religion Language. Kayseri: Rey Publishing, 1995.
Kutluer, Ilhan. “Science”. Turkish Religious Foundation Encyclopedia of Islam 22: 109-114. Ankara: TDV Publications, 2000.
Malcolm, Norman. Wittgenstein: A Religious Point of View?. Ithaca-New York: Cornell University Press, 1993.
Jan, Hassan. “Methodology Problem in Ibn Rushd’s Understanding of Ta’wil”. Marife: Journal of Religious Studies-Scientific Accumulation 10/3 (2010), 171-198.
Read, Mesut. “On Ibn Rushd’s Understanding of Interpretation and Its Actual Value”. Journal of Islamic Sciences 4/1-2 (2009), 215-239.
ormiston Gayle L. – Schrift Alan D. “Introduction to Hermeneutics”, Hermeneutics and Humanitarian Disciplines. trc. Hüsamettin Arslan, Istanbul: Paradigma Pub., 2002.
Suggest, Necati. Classic Logic. Ankara: Ankara University Faculty of Theology Pub., 1991.
Stone, Ismail. “The Relationship between Philosophy and Religion in the Thought of Abu Suleiman al-Sicistani and Ibn Rushd”. Intellectual Dimension of East-West Relationship Rethinking Ibn Rushd: Ibn Rushd I, Sivas: Cumhuriyet University Pub., 2009, 163-190.
Tokat, Latif. Writings on the Philosophy of Religion. Ankara: Elis Pub., 2015.
Uludag, Suleiman. “Introduction to Ibn Rushd’s Life-Works-Views and Philosophy-Religion Relations”. Philosophy-Religion Relations (in Faslu’l-Makal al-Kashf an Minhâci’l-Edille), trc. Süleyman Uludağ, Istanbul: Dergah Pub., 2012, 11-45.
Uludag, Suleiman. “Light”. Turkish Religious Foundation Encyclopedia of Islam 33: 245-246. Ankara: TDV Publications, 2007.
Wittgenstein, Ludwig. Philosophical Investigation. Trance. G. E. M. Anscombe, Oxford-Cambridge: Blackwell, 1996.
Yâsin, Ca’fer Âl-i. al-Fârâbî fî ḥudûdihî and rusûmih. Beirut: century. 1985.
Yavuz, Yusuf Şevki. “Ta’wil”. Turkiye Diyanet Foundation Encyclopedia of Islam 41: 27-28. Ankara: TDV Publications, 2012.
Yavuz, Yusuf Şevki. “Cedel”. Turkish Diyanet Foundation Encyclopedia of Islam 7: 208-210. Ankara: TDV Publications, 1992.
Yavuz, Yusuf Şevki. “Burhan”. Turkish Diyanet Foundation Encyclopedia of Islam 6: 429-430. Ankara: TDV Publications, 1992.
English of the article;
Don’t forget to share our article and express your feelings with emoji icons 🤗




Makalemizi paylaşmayı ve duygularınızı emoji simgeleriyle ifade etmeyi unutmayın 🤗

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.