Selam Sihirli Yelpaze Okurları.
Bir çoğumuzun hayatında sıklıkla rastladığı çingeneler (romanlar) hakkında bilgi vermek istedik…
Köşe başında çiçek satan, ara sokaklarda çalgı eşliğinde göbek atan, onlarca kişi toplanıp bol küfürlü kavgalar eden güzel insanlar, esmer insanlar topluluğu olan romanların – çingenelerin tarihine hep birlikte bakalım.
Avrupa’nın farkı ülkelerinde, İran, Belûcistan gibi Asya memleketlerinde, Mısır, Kuzey Afrika ve Amerika’da yaşamını sürdüren, fizikî görünüşleri, mizaçları, yaşam tarzları ve dilleriyle diğer milletlerden ayrılan gezici bir insan topluluğudur.
Türkiye’de Çingene olarak adlandırılan bu insanlar, farklı şekillerde de nitelendirilmektedir. Çingene kelimesinin kökeni hakkında net bir kaynak yoktur. Kelimenin Brahman kitaplarında paryalara verilen çandaladan geldiğini iddia edenlerın yanı sıra, athinganus kelimesi ile nitelendirenler de vardır.
Başlangıçlarının Hindistan’a kadar uzamasından kaynaklanan hareketle “mûsikiye âşina, dansöz” anlamını taşıyan toyeng ile İndus sahillerinde yaşayan ve çangar/zingar adı verilen halklarla bağlantılı olarak bu isimle nitelendirildikleri kabul edilmektedir. Bunlara Türkiye’de halk içinde pırpırı, karaoğlan, Araplar içinde ğacer (Gacî), Zut ve sayâbice, Finlandiya’da mustaläinen (kara), Macaristan’da faraonépe (Firavun kavmi, Firavun oğulları), Yunanistan’da zapari, Doğu Ermenileri içerisinde boşa denmektedir.
Lakin Çingeneler kendilerini rom/romany (insan), bazan da kalo (kara) diye isimlendirmektedir. XIX. yüzyılın sonuna kadar Çingeneler’in Mısırlı olduğuns inanılarak Batı dilinde “kıptî” (aigyptos, agyptus = “Mısırlı”) anlamına gelen gypsies, egyptian ve gitano gibi isimlerle isimlendirilmiş olsalar da, yaklaşık iki asırdan beri devam eden dil çalışmaları sonucunda onların Hindistan kökenli bir kavimden gelmiş oldukları düşüncesi daha fazla ağırlık kazanmıştır.
Türkiye’de “çingene” ya da -bu kelimenin aşağılayıcı bir ifade taşıdığı gerekçesiyle kendilerinin- “roman” adıyla anılmasını isteyen topluluğa Anadolu’da “poşa/boşa”, “karaçi”, “mutrib/mıtrıp”, “kıptî”, “arabacı”, “elekçi”, “köçer” gibi isimler verilmiştir. Bazı bölgelerde aslında tasavvufî bir anlamı olan “abdal” ile eş anlamlı olarak da söylenmiştir.
İç Anadolu bölgesinde müzik, dans gibi hobileri nedeni ile abdallara çingene isnadı da yapılmıştır. Bununla birlikte tarihî kayıtlarda “gurbetçi”, “gurbet taifesi”, “arap” (siyahî renk anlamı) gibi niteliklerin Çingene topluluklarını da içine aldığına işaret edilmiştir.
Çingeneler’in eski tarihlerden beri İran’da çingâne (Kûlî ve Lûlî) adıyla bilindikleri ifade edilir (Dihhudâ, XI, 16534). Bazı araştırmacılar kelimeyi tsjengan (chengan) şeklinde yazarak bunu tsenjin (müzisyen, rakkas) Farsça çoğulu olarak dile getirmektedir. Bu sözcükle “chang” kelimesinin mi (ceng = savaş) yoksa “zang”ın mı (Arapça zenc = siyah adam, günümüzde İngiltere’de Çingeneler’e denildiği gibi) denmek istenildiği net değildir.
Çingeneler’in 5. yüzyıldan itibaren Hindistan’dan ayrılmaya başladıkları iddia edilmektedir. Hindistan hükümeti Çingeneler’i yerleşik olmaya zorlayınca onların gezginci yaşamlarını sürdürebilmek için batıya göç ettikleri tahmin edilmektedir. Diğer yandan Taberî’de geçen bir kayıtta Çingeneler’in Hz. Nûh peygamberin oğlu Yâfes’in neslinden türediği ve anayurtlarının Sind ve Hint havzası olduğu bilgisine rastlanır. |
Çingenelerin hayatı |
Kökenlerinin Hint kökenli bir topluluğa dayandığı kabul edilmeksinin yanı sıra, bazı araştırmacılar ilk vatanlarının Mısır olduğu tezini savunmaktadır. Bunun ana sebebi muhtemelen, Çingeneler’in Mısır’da uzunca bir süre yaşadıktan sonra deniz yolu ile Avrupa’ya geçmeleri ve bundan dolayı onlara Gypsy (Mısırlı) kelimesinin yakıştırılmış olmasıdır.
Çingeneler’in V-XI. yüzyıllar arasında farklı yollar takip ederek Hindistan’dan İran’a, oradan batıya ve güneye olmak üzere iki kısma ayrılarak yayıldıkları bilinmektedir. İlk kol Suriye üzerinden Mısır’a ve oradan da Avrupa’ya geçerken ikinci kol, İran üzerinden Hazar denizinin kuzeyini takip ederek Romanya yoluyla Balkanlar’a ulaşmıştır. Lakin yazarların büyük bir çoğunluğu, elde ikna edici tarihî kaynak ve dil bilimi açısından delil bulunmadığından bu bilgiye kesin gözüyle bakmamaktadır…
Yaşadıkları ülkelerde marjinal topluluklar içinde üst sırada olan Çingeneler’in bir kısmı yerleşik hayata ayak uydurmuştur. Türkiye’de de göçebe ve yerleşik olan Çingeneler arasında dil, yaşayış ve âdet bakımından zamanla büyük farklar meydana gelmiştir. Göçebeler, kendilerine has nitelikleri ve dillerini muhafaza ettikleri halde yerleşenler yerli halkla karıştıklarından hem dillerine Türkçe ve Rumca kelimeler girmiş hem de göçebe Çingene âdet ve yaşayışını terketmişlerdir. Gelenek ve göreneklerine fazlası ile bağlı olan Çingeneler gittikleri yerlerde açık biçimde ayırımcılığa, çeşitli baskılara ve şiddete mâruz kalmalarına rağmen, yine de geleneklerini korumaya uğramışlardır.
Çingeneler bulundukları ülkenin dinini kolay bir şekilde benimseyebilmeleri ile bilinmektedir. Müzik ve eğlence hayatına yönelik faaliyetler Çingeneler’in vazgeçilmez bir parçası olarak sürmektedir. Bu kavim üzerine araştırma yapan bilim adamlarının genel kanaati hiçbir etnik grubun bu kadar müziğe düşkün olmadığı yönündedir. Çingenece kuzeybatı Hint-Ârî dillerinin bir kolu olan Sâmî dil grubuna mensuptur. Ana öbekten V. yüzyıla doğru ayrılmış ve Çingeneler’in göçleri sonucunda birkaç kısma ayrılmıştır. Bir takım Çingene lehçeleri olarak Ermenistan, Suriye ve Avrupa lehçeleri anılır. Çingeneler yaşadıkları ülkelerin dilleriyle de konuşurlar.
Osmanlı Devleti’nde Çingeneler |
Romanların, çingenelerin gelenek görenekleri |
Osmanlı Devleti’nde çok geniş bir coğrafî sahaya yayılan Çingene toplulukları devlet tarafından sağlam bir disiplin altına alınmış olup hukukî bakımdan da özel bir nizama bağlanmışlardır. Orduda yardımcı kuvvet olarak görev alan Çingeneler, Rumeli’nin ele geçirilmesi sırasında yayalar teşkilâtının kurulmasıyla daha sistemli bir vazife görmeye başlamışlardır.
Bunların XVI. yüzyıldan itibaren genelde imar hizmetlerinde kullanıldığı görülmektedir. Bulundukları yer bakımından yaptıkları çeşitli hizmetlerden başka sahillerde gemi malzemesi temini, gemi yapımı ve tamiri, köprü inşası, menzillerde erzak toplanması gibi işler yanında madenlerde, ordunun nakliye işlerinde ve kalelerin onarımında da çalıştırılmışlardır.
Çingeneler Osmanlı hukuk sisteminden dışlanmamışlar, haksızlığa mâruz kaldıklarında kadıya/mahkemeye başvurup haklarını arayabilmişlerdir. Bir bakıma devlet onları resmî bir çerçevede tanımlamıştır.
Çingeneler’in yaşadığı Rumeli eyaletinde isimleri XV-XVI. yüzyıllara ait tahrir defterlerinde “Kıbtiyân-ı Vilâyet-i Rûm-ili” diye geçer. Anadolu’da mevcut eyaletleri teşkil eden sancakların XVI. yüzyıla ait tahrir kayıtlarında da Çingeneler hakkında pek önemli bilgiler yer alır. Öte yandan Çingeneler’le ilgili ilk hukukî düzenlemelerin Fâtih Sultan Mehmed zamanında yapıldığı bilinmektedir. Kanûnî Sultan Süleyman döneminde ise Rumeli kesiminde Çingene sancağının teşekkül ettirilmesiyle yeni idarî bir düzenlemeye gidildiği görülür. Çingeneler’le ilgili düzenlemelerde onların göçebe olanlarının hangi kazalar dahilinde dolaşacakları tesbit edilmiş, bu arada cemaatlerini terkedip gitmelerine izin verilmemiştir. Cemaatlerini terkedenler yakalanır ve kabilesine teslim edilirdi. Kabilelerine “katuna”, reislerine de “katuna başı” adı verilirdi. Çingeneler’den müslüman olanların gayri müslim Çingeneler’le karışmasına ve birlikte konup göçmelerine izin verilmezdi. Kız alıp vermelerine de izin yoktu. Çingene kanunnâmesinde müslüman Çingeneler’in gayri müslim Çingeneler’e karışması halinde onlardan sayılacakları ve kendilerine cizye mükellefiyeti yükleneceği hükme bağlanmıştı. Çingeneler’in belli bir sistem içine alınması önemliydi. Bu durum onların yaşadıkları başka ülkelerde rastlanmayan bir özelliğe işaret ediyordu. Hatta Çingeneler’in bir sancak şeklinde idarî organizasyon altına alınmaları, zamanla yerleşik hayata geçiş ve dâimî surette ikametlerini sağlayarak toplumla bütünleşmelerinde rol oynamış olmalıdır.
Osmanlı ülkesinde yaşayan Çingeneler, XVI. yüzyıla gelinceye kadar sadece cizye ve ispenç ödeyerek vergi yükümlülüklerini yerine getirmekteydiler. Osmanlı sınırlarının batıda genişlemesinden sonra, 926’da (1520) Rumeli eyaletindekilerle İstanbul ve yöresinde yaşayan Çingeneler’in bir sancak sayılması üzerine buraya bir sancak beyi tayin edilmiştir. Bu sancağın beyine Çingene beyi veya “mîr-i Kıbtîyan” da deniliyordu. Sancak Çingeneleri müslüman ve gayri müslim olmak üzere ikiye ayrılmaktaydı. Bunlardan müslüman olanları hâne başına yılda 22 akçe vergi verirlerdi. Bir evde oturan ve evli olmayan oğullar da (mücerret = bekâr) aynı şekilde 22’şer akçe vermekle mükellefti. Gayri müslimler için bu miktar 25 akçe idi. Ayrıca resm-i arûsiyye (gerdek vergisi), cürüm ve cinayet akçesi gibi tekâlîf-i örfiyye türünden vergileri diğer reâyâ ile aynı tutar da öderlerdi.
Rumeli beylerbeyiliği teşkilâtının bir parçası olarak ortaya çıkan, merkezi Kırkkilise (Kırklareli) olan ve Eski Hisâr-ı Zağra, Hayrabolu, Malkara, Döğenci-ili, İncüğez, Gümülcine, Yanbolu, Pınarhisar, Pravadi, Dimetoka, Ferecik, İpsala, Keşan ve Çorlu bölgelerini içeren Çingene sancağı muhtemelen, Çingeneler’den alınacak vergilerin düzenli biçimde tahsilini sağlamak ve onları belirli bir bölge içerisinde denetim altında tutmak amacıyla kurulmuştu.
Çingeneler’in İstanbul’un fethinden sonra şehre gelerek önce Galata surları dışında Kasımpaşa’da Çürüklük denilen yere iskân edildikleri, daha sonra Ayvansaray, Sulukule, Sultan mahallesi ve Üsküdar’da Selâmsız mahallesine toplu halde yerleştikleri bilinmektedir. 1477’de yapılmış olan nüfus sayımına göre, İstanbul’da otuz bir hâne de Çingeneler ikamet etmekteydi. Bu rakama tahminen gezici olanlar dahil değildi.
Evliya Çelebi, Çingeneler’in İstanbul’a Fâtih Sultan Mehmed döneminde Gümülcine ve Menteşe sancaklarından getirildiğini belirtmiştir. Daha sonra Yenibahçe, Sulukule, Ayvansaray, Üsküdar, Kasımpaşa semtlerine yerleştirildikleri anlaşılmaktadır. İstanbul surlarının dibinde yaşayan Çingeneler, özellikle Edirnekapı ve Sulukule’de bulunanlar yerleşmekten çok konaklamayı tercih ediyordu. Sulukule, Selâmsız ve Ziba ile birlikte İstanbul’un en ünlü Çingene yerleşim birimlerinden sayılan Hacı Hüsrev, Çingeneler’in yerleşik düzene geçtikleri ilk mahalle olarak bilinmektedir.
Geleneksel Çingene meslekleri demircilik, nalbantlık, bakırcılık, kalaycılık, sepetçilik, elekçilik, altın arayıcılığı, seyislik, şifacılık, falcılık, ayı oynatıcılığı, akrobatlık, müzisyenlik, çengilik, bohçacılık, gemi yapımcılığı, oymacılık, madencilik, kâhinlik ve dilencilik gibi mesleklerdir. Osmanlı tahrir kayıtlarında geçen Çingene mesleklerinden bazıları şunlardır: Cüllâh (dokumacı), hayyât (terzi), hallaç, demirci, nalbant, sarraç, eyerci, dülger, baytar, kethüdâ, bezirgân, değirmenci, düvenci, arabacı, kasap, darıcı, mumcu, bozacı, korucu, sığırtmaç, çoban, aşçı, akıncı, kopuzcu, kuyumcu. Çingeneler demircilik zanaatında oldukça mahirdiler. Süleymaniye Camii’nin inşaatı süresince (1550-1557) “seng-tıraş” kalemlerinin ve iskeleler için gerekli olan çivilerin Çingene Derviş tarafından imal edilip onarıldığı bu inşaatın şantiye defterlerindeki muhasebe kayıtlarından anlaşılmaktadır. Aynı zamanda sicil kayıtlarında fıtık ameliyatı yapan Kıbtî kadınlardan söz edilir.
Çingeneler, Osmanlı saray eğlencelerinde resmî olarak yer almamalarına rağmen, bir takım vaziyetler de sultan eğlencelerinde ve aynı zamanda sünnet şölenlerinde bulunmuşlardır. 3. Murad’ın erkek çocuğu olan Mehmed için hazırlanan sünnet düğününe, Çingeneler ellerinde beyaz ve kırmızı hatları bulunan bir bayrak taşıyarak katılım göstermişlerdir.
Bu insanlar Osmanlı eğlencelerinde çengi, hânende ve sâzende olarak da yer almaktaydı. Evliya Çelebi Çingeneler’in bu konumunu ayrıntılı biçimde anlatmaktadır. Osmanlı coğrafyasındaki Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya, Arnavutluk, Kosova, Bosna-Hersek, Hırvatistan, Sırbistan ve Macaristan’ın bir bölümünde yaşayan Çingene toplulukları, günümüzde Osmanlılar’ın kültürel mirası olarak sayılabilecek bir takım gelenek göreneklerini sürdürmektedirler.
Osmanlı Devleti’nde diğer topluluklar gibi can, mal, ırz ve namusları güvence altına alınan romanlar, devletin koruması altında hayatlarını sürdürmüşlerdir. Bir Çingene kanunnâmesinin hazırlanması, toplumun en alt katmanında yer alan bir cemaate karşı sistematik bir idarî anlayışa sahip bir devletin tavrını belirlemesi bakımından önemlidir. Bunun dışında Çingeneler’in herhangi bir durumda divana başvurup sorunlarının çözümlenmesi talebinde bulunmalarının uygun görülmesi bu devlet anlayışının bir başka yansımasıdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nde bulunmakta olan Çingeneler aynı coğrafyada yaşamlarını, örf ve âdetlerini devam ettirerek günümüze kadar gelmişlerdir. Toplum tarafından bazı dışlanmalara mâruz kalmalarına rağmen devletçe koruma altına alındıkları ve tüm haklarının saklı olduğu nettir. Özellikle eğlence hayatının vazgeçilmez unsuru olarak bilenen Çingenelerin içerisinden çok sayıda ses ve film sanatçısı çıkmış, bu sanatçılar hem Çingene topluluğu hem Türk toplumu tarafından da takdir edilmiştir.
🎭Sihirli Yelpaze Sundu👍
Makalemizi paylaşmayı ve duygularınızı emoji simgeleriyle ifade etmeyi unutmayın 🤗
Sizler için Çingenelerin (romanların) hayatlarını araştırdık. Düşüncelerinizi yorumlar da bizimle paylaşmayı unutmayın…
Makalenin İngilizcesi ;
🎭Offers a Magic Fan👍
Hello, Magic Fan Readers.
We wanted to give information about the gypsies (novels) that many of us come across frequently in our lives…
Let’s take a look at the history of the novels – gypsies – the group of beautiful people, dark people, who sell flowers on the corner, dance with musical instruments in the alleys, gather in dozens of people and have abusive fights.
It is a wandering group of people living in different European countries, Asian countries such as Iran and Balochistan, Egypt, North Africa and America, and differing from other nations with their physical appearance, temperament, lifestyle and language.
These people, who are called Gypsies in Turkey, are also described in different ways. There is no clear source about the origin of the word gypsy. In addition to those who claim that the word comes from the chandala given to the pariahs in the Brahman books, there are also those who describe it with the word athinganus.
It is accepted that they are defined by this name in connection with toyeng, which means “familiar with music, belly dancer”, and the peoples living on the shores of the Indus and called Çangar/zingar, due to the fact that their beginnings extended to India. These include pirpırı, karaoğlan among the people in Turkey, ğacer (Gacî), Zut and sayâbice among the Arabs, mustaläinen (black) in Finland, faraonépe in Hungary (Pharaoh tribe, Pharaoh’s sons), zapari in Greece, wasted among the Eastern Armenians. it is called.
However, Gypsies call themselves rom/romany (human) and sometimes kalo (black). XIX. Although it was believed that the Gypsies were Egyptians until the end of the century, they were named with names such as gypsies, egyptian and gitano, which means “Coptic” (aigyptos, agyptus = “Egyptian”) in the Western language, but as a result of language studies that have been going on for about two centuries, they were descended from a tribe of Indian origin. the idea that they had come has gained more weight.
In Anatolia, “posha/bosha”, “karachi”, “mutrib/mitrip”, “kipti”, “carrier”, to the community who wanted to be called “gypsy” or “roman” on the grounds that this word had a derogatory expression in Turkey. ”, “elekçi”, “köçer” were given names. In some regions, it is also said to be synonymous with “abdal”, which actually has a mystical meaning.
Due to his hobbies such as music and dance in the Central Anatolian region, abdals were also called gypsies. In addition to this, it has been pointed out that the characteristics such as “expatriate”, “expatriate group”, “arabic” (the meaning of black color) include Gypsy communities as well.
It is stated that Gypsies have been known as gypsy (Kûlî and Lûlî) in Iran since ancient times (Dihhudâ, XI, 16534). Some researchers write the word as tsjengan (chengan), expressing it as the Persian plural of tsenjin (musician, rakkas). It is not clear whether this word refers to the word “chang” (ceng = war) or “zang” (Arabic zenc = black man, as is called Gypsies in England today).
It is claimed that Gypsies started to leave India from the 5th century. It is estimated that when the people who ruled India forced the Gypsies to settle, they migrated west to continue their wandering lives. On the other hand, in a record in Tabari, the Gypsies’ Hz. It is known that he was descended from the progeny of Noah’s son, Yafes, and that their homeland was Sind and the Indian basin.
In addition to accepting that their origins are based on a community of Indian origin, some researchers defend the thesis that their first homeland was Egypt. The main reason for this is probably because the Gypsies moved to Europe by sea after living in Egypt for a long time, and therefore the word Gypsy (Egyptian) was attributed to them.
V-XI of the Gypsies. It is known that they spread by following different paths between the centuries, from India to Iran, and from there to the west and south, by dividing into two parts. While the first branch passed through Syria to Egypt and from there to Europe, the second branch followed the north of the Caspian Sea through Iran and reached the Balkans via Romania. However, the majority of the authors do not consider this information as certain, since there is no convincing historical source and linguistic evidence.
Some of the Gypsies, who are at the top of the marginal communities in the countries they live in, have kept up with the settled life. In Turkey, there have been great differences between the nomadic and settled Gypsies in terms of language, lifestyle and customs. Although the nomads preserved their unique qualities and language, since the settlers mixed with the local people, Turkish and Greek words both entered their language and abandoned the nomadic Gypsy customs and life. Although the Gypsies, who are very attached to their traditions and customs, are openly exposed to discrimination, various oppression and violence wherever they go, they still have preserved their traditions.
Gypsies are known for easily adopting the religion of the country they live in. Music and entertainment activities continue as an indispensable part of Gypsies. The general opinion of the scientists who conducted research on this tribe is that no ethnic group is so fond of music. Gypsy belongs to the Semitic language group, a branch of the northwest Indo-Aryan languages. It separated from the main group towards the 5th century and was divided into several parts as a result of the migrations of the Gypsies. Armenian, Syrian and European dialects are referred to as a number of Gypsy dialects. Gypsies also speak the languages of the countries they live in.
Gypsies in the Ottoman Empire
Gypsy communities, which spread over a wide geographical area in the Ottoman Empire, were strictly disciplined by the state and were legally bound to a special order. The Gypsies, who served as an auxiliary force in the army, started to perform a more systematic duty with the establishment of the pedestrians organization during the capture of Rumelia. XVI of them. It is seen that it has been used in zoning services since the 19th century. Apart from the various services they performed in terms of their location, they were employed in the mines, in the transport of the army and in the repair of the castles, as well as the works such as the supply of ship materials, shipbuilding and repair, bridge construction, collection of supplies on the coasts. Gypsies were not excluded from the Ottoman legal system, and when they were exposed to injustice, they were able to apply to the judge/court and seek their rights. In a way, the state has defined them in an official framework.
Their names are XV-XVI in the province of Rumelia, where Gypsies live. It is mentioned as “Kıbtiyan-ı Vilayet-i Rûm-il” in the cadastral registers of the centuries. XVI. There is also very important information about the Gypsies in the census records of the 19th century. On the other hand, it is known that the first legal regulations regarding the Gypsies were made during the reign of Fatih Sultan Mehmed. During the reign of Suleiman the Magnificent, it is seen that a new administrative arrangement was made with the formation of the Gypsy sanjak in the Rumelia region. In the regulations regarding the Gypsies, it was determined in which districts their nomadic ones would travel, and meanwhile, they were not allowed to leave their communities. Those who left their congregation were captured and handed over to their tribe. Their tribes were called “katuna” and their chiefs were called “katuna head”. Muslims from Gypsies were not allowed to mix with non-Muslim Gypsies and to settle down and migrate together. They weren’t allowed to take girls either. In the Gypsy code, it was decreed that if Muslim Gypsies mixed with non-Muslim Gypsies, they would be counted among them and they would be liable to the jizya. It was important to include the Gypsies in a certain system. This situation pointed to a feature that was not found in other countries where they lived. In fact, the fact that the Gypsies were brought under an administrative organization in the form of a sanjak must have played a role in their integration with the society by ensuring their transition to settled life and permanent residence in time.
Gypsies living in the Ottoman country, XVI. Until the 19th century, they were only paying the jizya and ispenç to fulfill their tax obligations. After the expansion of the Ottoman borders in the west, in 926 (1520), a sanjak lord was appointed here after the Gypsies living in Rumeli province and Istanbul and its surroundings were counted as a sanjak. The chief of this sanjak was also called the Gypsy chief or “mir-i Qibtiyan”. Sanjak Gypsies were divided into two as Muslim and non-Muslim. Among them, the Muslims paid 22 akce tax per household per year. Unmarried sons (mücerret = single) living in a house were also obliged to give 22 akçe each. For non-Muslims, this amount was 25 akce. In addition, they would pay the same amount of tax as other reaya, such as resm-i arûsiyye (nuptial tax), crime and murder money.
The districts of Eskihisar-ı Zağra, Hayrabolu, Malkara, Döğenci-ili, İncüğez, Komotini, Yanbolu, Pınarhisar, Pravadi, Dimetoka, Ferecik, İpsala, Keşan and Çorlu, which emerged as a part of the Rumelian beylerbeylik organization, were centered in Kırkkilise (Kırklareli). The Gypsy sanjak, which included the Gypsies, was probably established in order to ensure the regular collection of taxes from the Gypsies and to keep them under control within a certain region.
It is known that after the conquest of Istanbul, the Gypsies came to the city and first settled in a place called Çürüklük in Kasımpaşa outside the Galata walls, and then settled in Ayvansaray, Sulukule, Sultan neighborhoods and Selâmsız neighborhood in Üsküdar. According to the census made in 1477, Gypsies lived in thirty-one households in Istanbul. This figure did not include those who were presumably mobile.
Evliya Çelebi stated that Gypsies were brought to Istanbul from the sanjaks of Komotini and Menteşe during the reign of Mehmed the Conqueror. It is understood that they were settled in Yenibahçe, Sulukule, Ayvansaray, Üsküdar, Kasımpaşa districts. The Gypsies living under the walls of Istanbul, especially those in Edirnekapı and Sulukule, preferred to stay rather than settle. Haci Hüsrev, which is considered one of the most famous Gypsy settlements in Istanbul along with Sulukule, Selamsız and Ziba, is known as the first neighborhood where Gypsies settled down.
Traditional Gypsy occupations include blacksmithing, blacksmithing, coppersmithing, tinsmithing, basketry, sifting, gold digging, grooming, healer, fortune teller, bear player, acrobat, musician, hook-maker, bundle-making, ship-building, carving, mining, soothsayer and begging. Some of the Gypsy occupations mentioned in the Ottoman tahrir records are: Cüllah (weaver), hayyât (tailor), hallaç, blacksmith, blacksmith, sarrac, saddle maker, carpenter, veterinarian, kethüda, smith, miller, doven maker, coachman, butcher, miner, candlemaker, boza maker. , ranger, herdsman, shepherd, cook, raider, kopuz maker, jeweler. The gypsies were quite adept at the blacksmithing craft. It is understood from the accounting records in the construction site books of this construction that the “seng-shaving” items and the nails necessary for the scaffolds were manufactured and repaired by Gypsy Derviş during the construction of the Süleymaniye Mosque (1550-1557). At the same time, Coptic women who performed hernia surgery are mentioned in the registry records.
Although the gypsies did not take part in the Ottoman palace entertainments officially, they were in some situations in the sultan’s entertainments and at the same time in the circumcision feasts. Gypsies participated in the circumcision wedding, which was prepared for Mehmed, the son of Murad III, by carrying a flag with white and red lines in their hands.
These people also took part in Ottoman entertainments as çengi, hânende and sâzende. Evliya Çelebi describes this position of the Gypsies in detail. Gypsy communities living in parts of Bulgaria, Greece, Macedonia, Albania, Kosovo, Bosnia-Herzegovina, Croatia, Serbia and Hungary in the Ottoman geography maintain a number of traditions that can be considered as the cultural heritage of the Ottomans today.
Romans, whose life, property, chastity and honor were secured like other communities in the Ottoman Empire, continued their lives under the protection of the state. The preparation of a Gypsy code is important in terms of determining the attitude of a state with a systematic administrative understanding towards a community at the lowest level of society. Apart from this, it is another reflection of this understanding of the state that Gypsies are deemed appropriate to apply to the council in any case and demand that their problems be resolved.
Gypsies living in the Republic of Turkey have survived to the present day by continuing their lives, customs and traditions in the same geography. Although they are exposed to some exclusions by the society, it is clear that they are protected by the state and all their rights are reserved. Among the Gypsies, who are known as an indispensable element of entertainment life, many sound and film artists emerged, and these artists were appreciated by both the Gypsy community and the Turkish society.
🎭Magic Fan Presented👍
We researched the lives of Gypsies (novels) for you. Don’t forget to share your thoughts with us in the comments…
Don’t forget to share our article and express your feelings with emoji icons 🤗